39,7257
0.16%45,8826
0.2%4.295,44
0,13%9203.37
0,13%İsrail ile İran arasında tırmanan gerilimde, nükleer tesislerin hedef alınma ihtimali dünya kamuoyunda büyük endişe yaratıyor. Özellikle İsrail’in sığınak delici bombalarla İran’ın nükleer tesislerine saldırması durumunda ortaya çıkabilecek radyasyon sızıntısının bölge ülkelerini, özellikle de Türkiye’yi nasıl etkileyeceği uzmanlar tarafından tartışılırken Amerikan uçakları İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini vurdu. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA), Fordo nükleer tesisine ilişkin yaptığı açıklamada, tesis çevresindeki radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış tespit edilmediğini bildirdi. IAEA Başkanı Rafael Grossi ise konuyla ilgili olarak Pazartesi günü başkanlar kurulunu olağanüstü toplantıya çağırdığını duyurdu.
Konuyu BBC Türkçe’ye değerlendiren uzmanlar, mevcut şartlarda büyük çaplı bir nükleer sızıntı ihtimalinin düşük olduğunu söylüyor. Uzmanlara göre radyasyon sızıntısının boyutu ve etkisi, ne tür bir tesisin vurulduğuna göre değişecek. Enerji üretimi yapan nükleer enerji santrallerinin hedef alınması daha büyük risk taşıyor. Uranyum, nükleer yakıtın yanı sıra nükleer bomba yapımında da kullanılabiliyor. Uranyum zenginleştirme tesislerinde meydana gelebilecek hasarın yol açacağı sızıntılarsa daha sınırlı.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü’nden Nükleer Uzman Profesör Doktor İskender Atilla Reyhancan, İsrail’in hedef aldığı nükleer tesislerin enerji üreten santraller değil uranyum zenginleştirilen tesisler olduğunu vurguluyor.
Bu zenginleştirme tesislerinde gaz halindeki uranyum, santrifüj adını veren silindir cihazlarda uranyum-238 ve uranyum-235 adlı iki izotop ayrıştırılıyor. Bunlardan daha hafif olan uranyum-235, nükleer enerji ve nükleer bomba yapımında kullanılıyor. Uranyumu “zenginleştirebilmek” için bu işlem defalarca tekrarlanıyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan 21 Haziran’da yapılan açıklamada ABD tarafından hedef alının tesislerde nükleer malzeme bulunmadığı ya da düşük oranlarda doğal ya da az zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu belirtildi. Açıklamada “Yani radyoaktif kirlenme hasar gören ya da yok edilen binalarla sınırlı” ifadeleri kullanıldı.
Prof. Dr. Reyhancan, bunlardan İran’ın orta kesimlerinde bulunan Natanz tesisi üzerinden olası risklere dair örnek veriyor:
“İçinde gaz santrifüj sistemleri bulunuyor ve bunlar da zenginleştirme yapmakta. Nükleer tesisler genellikle uçak düşmesi ya da bombalama, kaza neticesinde dışarıdan gelebilecek tüm etkilere göre tasarlanmış ve buna göre korunaklı imal edilmiş tesislerdir. Yani içeride herhangi bir şekilde bir fisyon olayı oluşmadığı için sadece belki açığa çıkabilecek olan zenginleştirilmiş uranyum malzemesi olabilir.
“Burada da lokal, o bölgeyi etkileyebilecek bir durum söz konusu. Böyle bir durumda Türkiye’nin etkilenmesini pek öngörmüyorum”
Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Yücel ise Natanz gibi uranyum zenginleştirme çalışmaları yürütülen tesislerde çıkabilecek radyoaktif tehlikeyi şöyle anlatıyor:
“Uranyum zenginleştirme tesisinin vurulması esnasında çıkabilecek uranyum hekzaflorür gazı risk teşkil ediyor… UF6 dediğimiz bu madde radyotoksik bir gaz. Kimyasal olarak aşındırıcı bir gaz.”
Yücel UF6’nın gözlere, deriye, akciğerlere ve böbreklere zarar veren bir gaz olduğunu söylüyor. Bu zenginleştirme tesisleri arasında en bilineni, Tahran’ın güneyindeki Fordo tesisi.
Yerin neredeyse 100 metre altına inşa edilmiş tesise yalnızca ABD’nin envanterinde bulunan “sığınak patlatıcı” bombaların tesir edebileceği düşünülüyor.
Haluk Yücel, UF6 gazının renksiz ve kokusuz olduğunu ancak havadaki yoğunluğunun artması durumunda keskin koku yaydığını belirtiyor ve ekliyor:
“Havayla temas ettiğinde havanın içerisindeki rutubetle temasa girerek hidroflorik asit oluyor. Bunu da hepimiz biliyoruz. Agresif, kaşındırıcı, koresif bir gaz. Bunun çok az bir miktarı bile zamanla akciğerlerde, böbreklerde ve solunum sistemlerinde tahrip yapıyor.”
Yücel, bu etkilerin ilk etapta sızıntının meydana geldiği tesis ve çevresinde görüleceğini vurguluyor ancak radyoaktif maddelerin sınırı aşarak Türkiye’ye gelebileceği uyarısı da yapıyor.
Ukrayna’da 1986’da yaşanan Çernobil felaketi ve Japonya’da 2011’de yaşanan Fukişima felaketi süreçlerinde aktif olarak çalışan uzman, şunları kaydediyor:
“Biz savaşın tarafı değiliz ki bedel ödeyelim. Halkımızın etkilenmemesi için bu sızıntılara karşı havayı sürekli gözlemlememiz lazım. Teknik tedbirlerin yetkili kurumlar tarafından alınması gerek.”
BBC Türkçe’ye konuşan uzmanlar, İran’ın güneyindeki Buşehr’de bulunan nükleer santrale dikkat çekiyor.
İsrail, 19 Haziran’da Rus mühendislerin yeni bir reaktör inşaatı için çalıştığı tesisi vurduğunu söyledi, ancak daha sonra bu açıklamasını geri çekti.
İran tarafından tesiste hasar meydana geldiğine dair bir açıklama yapılmadı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise İsrail’den tesiste çalışan Ruslara zarar gelmeyeceğine dair taahhüt aldıklarını söyledi.
Prof. Dr. Haluk Yücel, buradaki nükleer reaktörün hasar görmesi durumunda olacakları şöyle anlatıyor:
“Bir nükleer reaktör vurulursa o reaktörün yakıt tipine, yanma oranına, yakıtın zenginliğine ve geometrisine bağlı olarak farklı izotopların üretilme oranları var. Onlara göre radyoaktivite envanterleri değişir. Bunların salınımlarının ayrı ayrı hesaplanması gerekiyor ve bu hesaplar zaten yapılıyor.”
Prof. Dr. İskender Atilla Reyhancan da Buşehr’deki nükleer reaktörlerin zarar görmesi durumunda yaşanabilecekleri şöyle sıralıyor:
“Eğer buralarda patlama ya da sızıntı olursa bu sızıntı fisyon ürünleri şeklinde olur. Bunlardan da en fazla Sezyum-137 ve Sezyum-431 dediğimiz biraz daha kısa yarı ömürlü radyo izotoplarıdır.
“Bunlar eğer bir şekilde Türkiye’ye gelirse bunun serpintisi yağmur şeklinde ya da havadan çökme yoluyla olabilir.”
Türkiye’de olası radyoaktif sızıntı ve nükleer felaketlerde yönelik sorumluluk İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile ilişkili Nükleer Denetleme Kurumu’nda (NDK).
Uzmanlar, nükleer felaketlere karşı ilk savunma hattının erken uyarı sistemleri olduğunu vurguluyor.
NDK, Radyasyon İzleme ve Uyarı Sistemi Ağı (RADİSA) adı verilen bir sistem üzerinden düzenli olarak Türkiye genelinde radyasyon ölçümü yapıyor.
Kurumun internet sitesinde yer alan bilgiye göre 81 il merkezi, 111 ilçe merkezi, 12 termik santral, 4 adet nükleer/radyasyon uygulaması içeren tesis, 3 sınır karakolu ve Akkuyu Nükleer Güç Santrali etrafında 28 adet olmak üzere Türkiye genelinde toplam 239 RADİSA istasyonu bulunuyor.
Prof. Dr. İskender Atilla Reyhancan, RADİSA’nın Avrupa Birliği (AB) ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı sistemlerine bağlı olduğunu vurguluyor ve bunun “sürekli saniyeler periyodunda izlenen” ölçümler yapan bir sistem olduğunu anlatıyor.
Reyhancan, özellikle Türkiye’nin sınır bölgelerinde ve hassas nükleer tesislerde yoğunlaşan sistemin işleyişini şöyle anlatıyor:
“Bazen ani yükselmeler olabiliyor. Bazen uzaydan gelebilecek olan radyasyon da bu tür dedektörleri etkiliyor. O bir anda yükselme yapar sonra düşer.
“Ama bu yükselme belli bir yerden sonra sürekli devam ederse sistem kendi içinde alarm vermeye başlar. İzleyen personel de bunun hangi dedektörden geldiğini gördüğü zaman o bölgeye radyasyon korunma uzmanlarından oluşan bir ekip gönderilir.”
İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini 13 Haziran’da hedef almasının ardından NDK tarafından yapılan yazılı açıklamada 14 Haziran itibarıyla Türkiye’deki radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış söz konusu olmadığı duyuruldu.
Burada AFAD’ın Ulusal Radyasyon Acil Durum Planı (URAP) devreye giriyor.
URAP, nükleer sızıntı durumunda hangi kurumun nasıl hareket edeceğini, sorumluluğun kimde olacağını ve gerekli tedbirlerin nasıl alınacağını detaylandırıyor.
Ulusal ve uluslararası mevzuata uygun hazırlanan planın hedefleri şöyle sıralanıyor:
– Durumun kontrol altına alınması;
-Acil durumun saha içindeki ve saha dışındaki kötü sonuçlarının önlenmesi;
-Ağır tanımlanabilir (deterministik) etkilerin önlenmesi ya da en aza indirilmesi;
-İlk yardım ve acil tıbbi müdahalenin gerçekleştirilmesi; kritik tıbbi müdahalenin yapılması ve radyasyon yaralanmalarının tedavisinin yapılması;
-Dozdan bağımsız olası (stokastik) etki riskinin azaltılması;
-Mümkün olduğunca radyolojik olmayan etkilerin azaltılması;
-Halkın bilgilendirilmesinin sağlanması;
-Mümkün olduğunca mülk ve çevrenin korunması;
-Koşulların uygun olması durumunda sosyal ve ekonomik faaliyetlerin yeniden başlatılabilmesi için hazırlık yapılması.
Prof. Dr. Haluk Yücel, radyasyon sızıntısı durumunda alınacak önlemler hakkında şunları söylüyor:
“Yüzde 100 korunma söz konusu değil. Böyle bir felaketin olmaması en büyük dileğimiz ama böyle bir felaket olduğu zaman, hele reaktör vurulduğu zaman NDK’nın elinde radyoaktif iyot tabletleri vardır.
“En azından sınırdaki kişilere bu tabletler dağıtılır. Bir takım kimyasal gazları tutan filtreler dağıtılır.”
İyot tabletleri, Tiroid bezinin iyot ihtiyacını karşılayarak İyot-131 adı verilen radyoaktif maddenin solunum yoluyla burada tutunmasını engellemek için kullanılıyor.
Prof. Dr. İskender Atilla Reyhancan da gerekirse Türkiye’de bazı bölgelerde karantina ilan edilebileceğini ya da bölgelerin tamamen tahliye edilebileceğini söylüyor.
Ancak Reyhancan, bu ihtimallerin uzak olduğunu da vurguluyor:
“Fazla panik olmaya gerek yok. Çünkü bu tür bir şeyin yansıması uluslararası olacağı için altından kalkmak da ülkeler açısından çok kolay olmayacaktır. O yüzden oralarda çok büyük bir olay olacağını tahmin etmiyorum.”
GENEL
5 gün önceGENEL
22 gün önceGÜNDEM
22 Haziran 2025SPOR
22 Haziran 2025GÜNDEM
22 Haziran 2025GÜNDEM
22 Haziran 2025GÜNDEM
22 Haziran 2025