Mahfi Hoca "Eski Türkiye'de kuyruklar vardı" diyerek dalga geçenler için yazdı!
Türkiye'nin en önemli iktisatçılarından Mahfi Eğilmez, kendi bloğunda kaleme aldığı, "Eski Türkiye'de Kuyruklar Vardı" başlıklı yazısında, 1978 yılında Türkiye'de yaşanan döviz sıkıntısı ve uzun kuyruklarla dalga geçenlere liyakatin önemini, dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit'le ilgili bir anısını kaleme alarak anlattı.
Mahfi Hoca yazısında şunları aktardı:
"1978 yılıydı. Sıkıntılı bir dönemdi: Ülke döviz sıkıntısı çekiyor, her bakkalın, marketin önünde az bulunan bir şeylerin kuyrukları uzuyordu.
Yeni bitirdiğim bir teftiş görevinin raporunu yazıyordum. Telefon çaldı, Teftiş Kurulu Başkanı, acele yanına gitmemi istiyordu. O zaman Maliye Bakanlığı Ulus’ta eskiden Başbakanlık binası olan binadaydı, ben de Mithatpaşa Caddesi'nde müfettişler için bir katı kiralanmış olan binadaki odamda çalışıyordum. Hemen bir taksiye atlayıp gittim. Başkan, bana altında kendi imzasının olduğu bir yazı uzattı, üstte benim adım yazılıydı. Kâğıdın sağ tarafında kırmızı harflerle “Gizli” ibaresi yer alıyordu. Yazıyı okudum: “Ekte gönderilen mektupta talep edilen soruşturmaların tarafınızca yapılmasını rica ederim” yazıyordu. Yazının ekinde Başbakan Bülent Ecevit imzalı bir yazı daha vardı. Maliye Bakanlığı’na hitaben yazılmış olan o yazı da gizli damgası taşıyordu. Yazıda Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda çeşitli satın alma ve ihalelerle ilgili yolsuzluk ihbarları olduğundan söz ediliyor ve bu müsteşarlığın işlemlerinin maliye müfettişleri tarafından incelenerek gerekirse soruşturma açılması isteniyordu. Ecevit, yazıyı, bir astına yazmış olmasına karşın “arz ederim” diye bitirmişti. Devlette kimin kime arz edeceği kimin kime rica edeceği konunun aslı kadar önem verilen bir meseleydi. Hatta bunun bir yönetmeliği bile vardı. Başbakanın, kendisine bağlı bir bakana yazdığı yazıyı arz ederim diye bitirmesi çok ilginçti. Buna şaşırsam da o aşamada bir yorum yapmadım. Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu idi. O da yazıyı Maliye Teftiş Kuruluna, “maliye müfettişlerinin görevlendirilmesi” ibaresiyle havale etmişti. Teftiş Kurulu görevi bana ve Toper Çağlayan’a vermişti.
Yolsuzluk ve usulsüzlük bulamadık...
Hemen göreve başladık. Önce müsteşarlığın Ankara merkezinde dosyaları elden geçirdik, ardından reform çalışmalarının yoğun olduğu Urfa Bölgesine giderek yerinde incelemeler yaptık. Yapılan ihaleleri, satın almaları, devirleri yasalar, yönetmelikler çerçevesinde inceledik. Ufak tefek eksikler dışında bir yolsuzluk, usulsüzlük görmedik. Urfa’daki incelemeleri bitirdikten sonra Ankara’ya döndük. Bu kez merkezdeki bütün satın almaları, ihaleleri, işe alımları, onayları inceledik. Sonunda iddia edildiği gibi bir yolsuzluk olmadığına kanaat getirerek raporumuzu yazdık, sonunu “herhangi bir soruşturma açılmasını gerektirecek bir işlem olmadığı kanısına varılmıştır” diyerek bitirdik ve teftiş kuruluna teslim ettik. Bizim görevimiz burada bitmişti. Ben de Toper Çağlayan da elimizdeki diğer işlere döndük.
Başbakan bizi çağırmış...
Aradan iki gün geçti, odamda çalışırken telefon çaldı. Teftiş Kurulu Başkanı hemen gelmemi istiyordu. Odasına girdiğimde ayağa kalktı ve “Bakan Bey bizi çağırıyor, yukarıya gideceğiz” dedi. Şaşırmıştım, normal olarak bakan bir müfettişi, hele de benim gibi genç bir müfettişi çağırmazdı. “Konu neymiş üstadım” diye sordum, o da bilmiyordu. Birlikte üst kata çıktık, bakanın odasına girdik. Ziya Bey, son derecede titiz ve sert bir insandı. Devlet işlerinde en ufak bir hatayı affetmezdi. Bizi görünce ayağa kalktı: “Başbakan bizi çağırmış arabayla beni takip edin, Başbakanlık binasına gidiyoruz” dedi. Benim şaşkınlığım iyice artmıştı. O zaman ilk kez bu konunun Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı incelemesiyle ilgili olduğunu düşündüm. Ziya Bey öndeki arabada (Renault 12) biz de arkadaki arabada (o da Renault 12) peş peşe Başbakanlık binasına yola çıktık. O zamanlar tasarruf önlemleri uygulanıyordu ve bu önlemlere en üst yöneticiden en alttaki memura kadar herkes uyuyordu. Daha lüks makam araçları satılmış, geliri Hazine’ye aktarılmıştı. Yolda giderken başkana “bu galiba bizim Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı raporumuzla ilgili bir konu üstadım” dedim. O da “evet ben de öyle tahmin ediyorum” dedi.
Ecevit bizi gördü ayağa kalktı
Başbakanlığa geldiğimizde özel kalem müdürü bizi makam odasına aldı. Ziya Bey önde, başkan arkada, ben en arkada Ecevit’in makam odasına girdik. Ecevit bizi görünce ayağa kalktı, masasının yanından geçip karşımıza geldi, elinde bizim raporun dosyası vardı. İçimden “memuriyetin sonuna geldik sanırım” diye geçirdim. Ecevit, hepimizin tek tek elini sıktı, hatırımızı sordu. Dosyayı açtı, birçok yerinin satır altları çizilmiş, sayfaların yanına notlar alınmıştı. Raporun son cümlesini yüksek sesle okuduktan sonra bana döndü: “Bu raporu siz yazmışsınız bir arkadaşınızla beraber değil mi” diye sordu. “Evet, efendim” dedim şaşkınlıktan biraz da kekeleyerek. “Sizi tebrik ederim, hiçbir etki altında kalmadan objektif bir değerlendirme yapmışsınız. Ben bu müsteşarı bilirim, kendisi dürüst bir insandır, ama hakkında ihbar ve şikâyetler olunca tarafsız bir inceleme yaptırmayı uygun gördüm. Siz de bunu gerçekten tarafsız biçimde yapmışsınız, teşekkür ederim” dedi sonra Ziya Bey’e döndü “işte maliye müfettişleri böyledir, bir etki altında kalmadan değerlendirme yaparlar, siz de bilirsiniz” dedi. Ziya Bey de doğrular nitelikte bir şeyler söyledi. O da eski maliye müfettişiydi. Sonradan öğrendim Ecevit’in kayınpederi de eski maliye müfettişiymiş (Namık Zeki Aral.)
İzin isteyip ayrıldık. Ziya Bey, dışarıda beni kutladı ve ayrıldı. Biz de başkanla birlikte Maliye Bakanlığına geri döndük. Sonradan Ecevit’in yazışmalarına dikkat ettim, bütün yazılarını arz ederim diye bitiriyordu. Bunu gereksiz bürokratik kavgalara son verebilmek, nezaketin her şeyden önemli olduğunu göstermek için yapıyordu. Sonradan öğrendiğim bir başka şey de şuydu: Müsteşar, Demirel tarafından atanmış ve Halk Partililer, Ecevit’in öyle bir isteği olmadığı halde, yerine Halk Partili birisinin atanmasını istiyorlarmış. Bizim yazdığımız rapor, Ecevit’in, partililerin bu isteğini reddetmesine dayanak olmuş.
Eski Türkiye’den kalma bu anıyı, dönemin sıkıntı ve zorluklarına, yaşanan petrol şoklarının ve ABD’ye kafa tutarak yapılan Kıbrıs çıkartması sonrası Türkiye’ye uygulanan ağır ekonomik ve mali ambargoların yol açtığını görmezden gelerek “eski Türkiye’de kuyruklar vardı” diye dalga geçenlerle liyakatin önemini ihmal edenlere ithaf ediyorum.
source