Yaklaşık 1,7 milyonluk nüfusuyla, Macaristan’ın kalbi olan Budapeşte, sadece mimarisiyle değil, sıcakkanlı halkı ve zengin kültürüyle de unutulmaz bir deneyim sunuyor. Gelin Budapeşte’nin gezilecek yerlerinden lezzet duraklarına, müzelerinden aktivitelerine kadar benim gözümden bu şehri keşfedelim.
Budapeşte’ye adım attığımda önce Tuna Nehri’nin büyüleyici manzarası karşıladı beni. Şehir, Buda ve Peşte olarak ikiye ayrılıyor; bir yanda sakin ve tarihi, diğer yanda canlı ve modern. İkisini birleştiren Zincir Köprü (Szechenyi Lanchid), 1849’dan beri dimdik ayakta. Gece ışıklandırıldığında, bu köprü adeta bir masal sahnesine dönüşüyor. Üzerinde yürürken Tuna’nın sakin akışını izlemek, şehre âşık olmam için yeterliydi.
Buda Kalesi, şehrin tarihine dalmak isteyenler için ilk durak. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu kale, 13. yüzyıldan beri ayakta. İçindeki Matyas Kilisesi’nin renkli kiremitleri ve Balıkçı Tabyası’nın peri masalı gibi kuleleri, insanı başka bir çağa götürüyor. Tabyanın terasından Peşte’yi seyretmek, hele ki gün batımında, kelimelerle tarif edilemez bir güzellik. Peşte tarafında ise Parlamento Binası, neogotik mimarisiyle adeta bir sanat eseri. Rehberli tura katıldığımda, Macar taç mücevherlerini görmek ve o görkemli salonlarda dolaşmak, tarihin sayfalarında bir yolculuk gibiydi.
Kahramanlar Meydanı ve Andrássy Bulvarı da Peşte’nin incileri. Bulvar, şık mağazaları ve Macar Devlet Operası ile zarafetin adresi. Meydanda ise Macar tarihinin kahramanları, heykellerle selam veriyor. Gellért Tepesi’ne tırmanmak ise biraz yorucu olsa da, tepeden Budapeşte’yi seyretmek her şeye değdi. Özgürlük Heykeli’nin gölgesinde, şehrin siluetini izlerken kendimi bir film sahnesinde hissettim.
Budapeşte’ye gidip de Macar mutfağını tatmadan dönmek olmaz. İlk durağım, dünyanın en güzel kafelerinden biri sayılan New York Café oldu. Altın varaklı dekoru ve kristal avizeleriyle, burada kendimi bir kraliyet balosunda gibi hissettim. Macar gulaşı, baharatlı ve doyurucu tadıyla içimi ısıttı; Dobos pastası ise tatlı bir rüya gibiydi. Buda Kalesi yakınlarındaki Ruszwurm Cukrászda, 1827’den beri hizmet veren bir pastane. Burada yediğim krémes, hafif ve kremsi dokusuyla aklımı başımdan aldı.
Yerel lezzetler için Kadar Etkezde’ye uğradım. Burası, turistlerden çok yerel halkın tercih ettiği, samimi bir lokanta. Pörkölt ve lángos’un tadı hâlâ damağımda. Büyük Pazar Hali (Nagycsarnok) ise hem göze hem de mideye hitap eden bir şölen gibi.
Taze baharatlar, kolbaszlar ve kızarmış langos tezgâhları arasında kaybolmak, Budapeşte’nin ruhunu hissetmek için birebir. Gece hayatı için Yahudi Mahallesi’ndeki Szimpla Kert’e gittim. Bu “ruin bar”, eski bir binanın içinde, eklektik dekoru ve canlı atmosferiyle beni kendine hayran bıraktı. Bir kadeh palinka (Macar meyve brendisi) eşliğinde, sokak lezzetlerini tadarken geceye karıştım.
Budapeşte, tarih ve sanat tutkunları için bir hazine. Macar Ulusal Müzesi, Macaristan’ın geçmişini anlamak için harika bir başlangıç. Arpad Hanedanı’ndan modern döneme uzanan sergiler, tarihle ilgilenenler için büyüleyici. Terör Evi Müzesi ise daha sarsıcı bir deneyim. Nazi ve komünist rejimlerin karanlık günlerini anlatan bu müze, hem hüzünlü hem de düşündürücüydü. Güzel Sanatlar Müzesi, Kahramanlar Meydanı’nda, Avrupa sanatının başyapıtlarını sergiliyor. Rönesans’tan modern döneme uzanan eserler arasında kaybolmak, sanatseverler için bir ziyafet. Buda Kalesi’ndeki Budapeşte Tarih Müzesi ise şehrin geçmişine ışık tutuyor. Orta Çağ’dan kalma eserler, Budapeşte’nin nasıl bugünkü haline geldiğini anlatıyor.
Budapeşte, sadece gezmekle bitmiyor; yapılacak şeyler de bir o kadar zengin. Széchenyi Kaplıcası’nda termal havuzlara dalmak, hem bedeni hem ruhu dinlendiriyor. Kışın buharı tüten açık havuzlarda yüzmek, Budapeşte’nin alametifarikası. Gellért Kaplıcası da tarihi dekoruyla benzer bir deneyim sunuyor. Tuna Nehri’nde gece yapılan tekne turu ise bambaşka bir keyif. Işıklandırılmış Parlamento Binası ve Zincir Köprü’yü nehirden seyretmek, şehri başka bir açıdan keşfetmek için harika.
Margaret Adası, şehirden kaçıp doğayla buluşmak isteyenler için bir vaha. Bisiklet kiralayıp adayı turlamak, yazın açık hava konserlerine katılmak inanılmaz keyifli. Yahudi Mahallesi’nde sokak sanatını keşfetmek ve ruin barlarda canlı müziğe eşlik etmek ise Budapeşte’nin modern yüzünü yansıtıyor. Çocuklarla seyahat edenler için Budapeşte Hayvanat Bahçesi’ni öneririm; hem hayvanlar hem de tarihi mimarisiyle büyüleyici.
Budapeşte, sadece bir şehir değil; bir duygu. Macar halkının sıcakkanlılığı, sokaklardaki müzik ve dans, her anı özel kılıyor. Franz Liszt’in doğduğu bu topraklarda, klasik müzik konserleri ve csárdás dans gösterileri ruhu besliyor. Bahar Festivali veya Sziget Festivali gibi etkinlikler, şehri daha da canlı hale getiriyor. Budapeşte, tarihle modernliği, sakinlikle hareketliliği harmanlayan bir şehir. Tuna’nın iki yakasında geçirdiğim her an, bu şehrin neden “Tuna’nın İncisi” olduğunu bir kez daha kanıtladı.
İlkbahar (Nisan-Mayıs) ve sonbahar (Eylül-Ekim). Bu dönemlerde hava ılıman, genellikle 15-25°C arasında ve şehirde gezmek keyifli. İlkbaharda Budapeşte Bahar Festivali gibi kültürel etkinlikler, sonbaharda ise renkli doğa manzaraları öne çıkıyor. Yaz (Haziran-Ağustos) sıcak (25-35°C) ve canlı, özellikle Sziget Festivali popüler, ancak kalabalık ve pahalı olabilir. Kış (Aralık-Şubat) soğuk (0-5°C), ama Noel pazarları ve termal kaplıcaların keyfi için cazip. Ben olsam, nisan veya eylülde giderdim; hem hava güzel hem de turist kalabalığı daha az.