Küçük adımlarla büyük etkinin kaynağı: Etik
L'Oréal Türkiye Hukuk ve Bilim Direktörü, Ülke Etik Lideri HANDE KARAKÜLAH
Ahlaklı bir toplumdan bahsedebilmek için toplumun her bir ferdinin uyması gereken yazılı olmayan ama vicdani sorumluluklar yükleyen kurallar bütününe etik kurallar diyoruz. Bu kurallar sadece gerçek kişiler için değil, kurumsal vatandaşlar dediğimiz tüzel kişiler yani şirketler için de pek tabii var ve uyulması hem ahlaki bir zorunluluk ama aynı zamanda artık ticari de bir strateji.
Ekonomik faaliyetleri merkezine alan şirketlerin, artık yalnızca kârlılığa odaklanarak, sürdürülebilir büyümeyi sağlamaları neredeyse imkansız. Bir şirkette yönetici pozisyonunda oturan biri “Bugün nasıl kâr ederiz?” diye düşünürken, potansiyel yatırımcınız ya da potansiyel müşteriniz ise “Bugün bize, topluma ne fayda sağlayacak bu şirket?” diye de düşünüyor ve beklentisini de dile getiriyor. Çünkü şirketlerin işlerini nasıl sürdürdükleri, kazandıklarını topluma ne kadar geri verdikleri gibi kriterlere göre değerlendirmeler gün geçtikçe daha da fazla önem kazanıyor. Bu çerçevede, -iş yapış- kültüründe oyunun yeniden kurulduğu bir dönemden geçildiğinin idrak edilmesi ve buna göre hareket edilmesi en önemli koşul olarak önümüze çıkıyor.
Artık bir ‘tercih’ değil
Faaliyetlerimizi sürdürürken, “neyi nasıl yaptığımızın önemi” her geçen gün artıyor. Kurumların etik ilkelere duyarlılığı artık bir ‘tercih’ değil, temel bir sorumluluk. İşte belki de en önemli soru bu noktada karşımıza çıkıyor: “Hangi etik kuralları belirleyecek, hangileri ile yola devam edebileceğiz?”
Stratejilerde tutarlılığı sağlamak, bunları etik çerçevede ve her koşulda sürdürülebilirliğini korumak ve gerektiği noktada güncel ile tazelemek, herhangi bir karar etik standartlar ile çeliştiğinde her zaman doğru yolu takip edebilmek; ciddi bir yönetişim sorumluluğu getiriyor. Etik konusu, her şirket tarafından hazırlanan bir rehber olmanın ötesinde; insan haklarını önceliklendiren, çalışanların suistimallere uğrama ihtimalini ortadan kaldıran, veri gizliliğini en önemli gündemlerden biri yapan, paydaşlarla gerçekleştirilen çalışmaları değerler tüzüğüne oturtan, kamu yararını gözeten ilkeler bütünü olarak görülmelidir.
İnsan onuruna saygı, kurum kültürünün temel taşlarından biri olmak zorunda. Zorla çalıştırma, çocuk işçiliği, ayrımcılık gibi konularda sıfır tolerans ilkesinin benimsenmesi; etik bir duruş kadar, aynı zamanda temel bir insanlık görevi. Ancak bu söylemlerin yalnızca iç politika belgelerinde kalmaması gerekir. Unutulmamalı ki gerçek sınav, uygulamadaki tutarlılıktır.
Tüm paydaşlar için değer yaratır
Çalışanların etik endişelerini dile getirebileceği güvenli ortamlar yaratmak, açıkça konuşma kültürünü besler. Ancak bu yaklaşımlar yalnızca kağıt üzerinde kalmamalı. Çünkü gerçek hayatın içinde işlemediği sürece anlamını yitirmeleri kaçınılmaz. Etik ihlallerin üzerinin örtüldüğü değil, yapıcı biçimde ele alındığı bir organizasyon kültürü, uzun vadede tüm paydaşlar için değer yaratır. Bu nedenle çalıştığım kurumlarda en ufak bir ihlal olma ihtimaline karşın gizliliğe önem verilen ve çalışanlar veya diğer paydaşlar tarafından dile getirilen şikayetlerin endişeden uzak şekilde aktarılabileceği güvenli süreçlerin çok büyük faydalar sağladığına inanıyorum. Şirketlerin etik kurulları, temsilcileri şirketlerin sağduyusu ve vicdanı olarak oynadıkları önemli rolü idrak etmeli ve sorumlulukla yerine getirmeli.
Bütünsel bakış
Peki ya iş ortakları? Tedarik zincirinin en zayıf halkası genellikle burada kopar. Oysaki kurumsal etik ilkeler, yalnızca şirket sınırlarıyla değil, iş yaptığı tüm paydaşlarla birlikte yürütülmelidir. İş ortaklarının, tedarikçilerin yeri geldiğinde influencer’ların dahi etik değerlere uyumunun talep edilmesi, bu bütünsel bakışın parçasıdır. Burada şirketlerin ellerindeki ticari gücü tüketicilerinin ve toplumun yararına kullanması, bazen resmi kurumlar tarafından işletilmeyen yaptırım mekanizmasının yerine geçmesi açısından çok değerlidir.
Bu noktada şunu da söylemek oldukça değerli; etik aynı zamanda dijital dünyada da yeniden tanımlanıyor. Kişisel verilerin korunması, şeffaf veri işleme süreçleri, algoritmaların insan haklarıyla uyumu gibi konular, artık iş dünyasının merkezinde. Veriyi sadece ‘değerli bir kaynak’ olarak değil, aynı zamanda ‘korunması gereken bir emanet’ olarak görmek gerekiyor.
Kamu ve çevre yararı odağı
Bir diğer önemli başlık da sosyal sorumluluk faaliyetleridir. Yazımın başında bahsettiğim gibi her şirket kazandığını topluma ne oranda ve nasıl verdiğinden de sorumlu. Ancak bu kazandığını topluma geri verme konusu daima çıkar çatışmasından uzak, kamu ve çevre yararı odağında şeffaf bir biçimde gerçekleşmelidir.
Aslında etik kurallara uyumun ne kadar küçük dokunuşlarla gerçekleşebileceğini biliyoruz. Peki bu küçük dokunuşların uygulama ile hayat bulması konusu da bu kadar basit mi? Aslında evet. Yeter ki etik ilkelerinin kalıcılığı için, yöneticiler bu kültürü yaysın, değerlendirmelere dahil etsin ve günlük kararlarında ‘örnek’ olabilsinler, yeter ki çalışanlar etik yaklaşımları benimsesin, korusun kollasın ve peşine düşebilsinler çünkü ‘iyi’nin sonu yok, kendimizi her alanda daha iyi bir noktaya taşıyabiliriz.
Unutmayalım ki, sadece doğru olanı söylemek değil, önemli olan kimsenin görmediği bir yerde bile doğru olanı yapmaktır.
source