Hüseyin VATANSEVER
Türkiye ekonomisinin büyümesi artık alışılagelmiş sektörler ile sınırlı değil. Ülke ekonomisinde büyümeyi sürdürmek ve ihracat hedeflerine ulaşmakta ihtiyaç duyulan yeşil dönüşüm, dijitalleşme, biyoteknoloji, yapay zekâ ve yeni nesil mobilite sistemleri gibi alanlarda varlık göstermek adına Ar-Ge ve inovasyon; ilerlemenin zeminini oluşturuyor.
Güçlü bir Ar-Ge ekosisteminin oluşturulamadığı bir ortamda ise teknolojinin tüketicisi olunacağı artık günümüzün bir gerçeği halini alırken, bu çalışmalar insan kaynağını da yeniden şekillendiriyor. Yüksek teknolojili ürün üretimini artıracak Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları, aynı zamanda yüksek nitelikli iş gücü yetiştirmeyi sağlıyor. Bununla birlikte yabancı yatırımlar ya da yabancı ortaklı yatırımların kurduğu yapılanmalarla elde edilecek sinerji ile Ar-Ge çalışmaları teknoloji gelişimini hızlandırma potansiyeline sahip.
Ar-Ge çalışmaları, bir kurumun düzenli yatırım yapacağı ve çıktılarını zamanla alacağı bir alan olarak tanımlanabilir. Elbette ki Ar-Ge çıktılarının patent, lisans, girişim ve ihracat olarak ticarileşmesi sağlanmalı. Lakin Bir Ar-Ge ekosistemi oluşturulmadan yapılan çalışmalar, büyümeye değil yalnızca bütçe harcamasına yol açar.
Elde edilecek ürünün yanı sıra nitelikli insan kaynağının oluşumu ve gelişimi de dikkate alınmalı. Ar-Ge alanında uzmanlaşacak mühendisler, araştırmacılar, tasarımcılar ya da analistler nihayetinde farklı bir alanda düşünüyor ve çalışıyor. Bu insanların şirket çalışanı gibi sadece ürün üretmediği, fikir geliştirdiği, yeni bir iş kolu kurabileceği, patent alacağı ve şirketin ihracatında yeni açılımlar geliştirebileceği gibi çarpan etkisi yapabileceği dikkate alınmalı. Kısacası Ar-Ge konusuna farklı bir göz ile bakılmalı.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) verilerine göre, küresel Ar- Ge harcamaları 1.7 trilyon dolara yaklaşarak rekor seviyeye ulaştı. Söz konusu harcamaların yüzde 80’i hemen hemen 10 ülke tarafından gerçekleştirildi. Ayıca Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarının (SKA) bir parçası olarak ülkelerin 2030 yılına kadar kamu ve özel sektör Ar-Ge harcamalarının yanı sıra araştırmacı sayısını da önemli ölçüde artırma taahhüdünde bulunduğu da hatırlatılıyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2023 yılı Ar-Ge’ye yönelik verilerine göre Türkiye’de Ar-Ge’ye yönelik harcamaların, Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYİH) oranı OECD ülkeleri ortalaması olan yüzde 2.7’nin altında kalarak yüzde 1.4 olarak gerçekleşti. Türkiye, son 10 yılda Ar-Ge alanında önemli bir sıçrama kaydetmiş olsa da hâlâ “teknoloji ithalatçısı” bir ülke konumunda. Ar-Ge harcamasının yüzde 2 üzerine çıkarılması, aynı zamanda “orta gelir tuzağını” aşmak için kritik eşik olarak belirtiliyor.
Söz konusu değerlendirmede Türkiye 24’üncü sırada yer alırken, yüzde 6.3 ile İsrail ilk sırada, yüzde 5 ile Güney Kore ikinci ve yüzde 3.6 ile İsveç üçüncü sırada yer aldı. Bu ülkeleri yüzde 3.4 ile ABD ve Japonya takip etti. Avrupa Birliği (AB) istatistik kurumu Eurostat verilerine göre 2023 yılında AB araştırma ve geliştirme için 381 milyar euro harcadı. Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranının 2013 yılında yüzde 2.08 iken 2023 yılında bu oran AB’de 2.22 oldu. Söz konusu dönemde Ar-Ge harcamalarının büyük kısmının işletme ve ticari girişimcilik alanında gerçekleştiği kaydedildi.
Türkiye’nin 2023 sonrası kalkınma vizyonunda büyüme, artık nicelikten nitelik ya da kaliteye yönelmiş durumda. Yüksek hacimli üretim ya da ihracatın yanı sıra yüksek katma değerli üretim ve ihracat yapmak hedefi mevcut.
Bu dönüşümde Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları, yerli teknolojilerin geliştirilmesine sundukları katkılarla dışa bağımlılığı azaltarak kritik rol oynuyor. Ayrıca ara malı ithalatını düşüren bu çalışmalarla cari dengeyi korumak kolaylaşır. Tabii ki ürün başına artan kârlılık, refah artışına da katkı sağlar. Savunma sanayisi örneğinde olduğu gibi Ar- Ge yatırımları sayesinde ithal edilen birçok sistemin yerli olarak üretilebilir hale gelmesi dışa bağımlılığı azaltırken ihracat geliri de sağlıyor hem de stratejik güç oluşturuyor.
Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünün artırılması, inovasyon kapasitesinin geliştirilmesi ve küresel gelişmelere uygun bir sanayi altyapısının oluşturulması amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, özel sektörün Ar-Ge, teknoloji ve insan kaynakları yatırımlarını destekliyor.
Bakanlık, 5746 sayılı kanun çerçevesinde “Ar-Ge Merkezi” tanımını getiriyor ve firmaların bu girişimlerine boyut kazandırıyor. Bakanlık verilerine göre Türkiye’de faaliyette olan Ar-Ge merkezi sayısı bin 360’a ulaştı. İşletme ortaklık yapısı yabancı ya da yabancı ortaklı olan Ar-Ge merkezi sayısının ise 249 adet olduğu belirtildi.
Bu merkezlerde çalışan destek personeli dahil toplam personel sayısı 89 bin 53 kişi olarak kaydedildi. Bakanlık onaylı Ar-Ge merkezlerinde tamamlanan proje sayısı 74 bin 998 olurken. Devam eden proje sayısı 14 bin 129 olarak belirtildi. Bakanlık kaynaklarına göre Ar-Ge merkezlerinin patent sayısı 31 Temmuz 2025 itibarıyla 45 bin 649 adede ulaştı.
Türkiye’de Ar-Ge merkezlerinin sektörel dağılımına bakıldığında ilk sırayı 169 adet merkezle makine ve teçhizat imalatı sektörünün aldığı görüldü. İkinci sıra, 137 adet merkez ile otomotiv yan sanayiinin olurken ardından 127 merkez ile yazılım sektörü, 92 merkez ile bilgisayar ve iletişim teknolojileri sektörü geldi.
Elektrik-elektronik sektörü de bu alanda faaliyet gösteren 79 Ar-Ge merkezi ile beşinci sırada yer aldı. İl bazında bakıldığında ise en çok Ar-Ge merkezi sıralamasında 432 merkez ile İstanbul ilk sırayı aldı. 155 adet Ar-Ge merkezi bulunan Ankara ikinci sırada yer alırken onu sırasıyla Kocaeli (140), Bursa (138) ve İzmir (105) takip etti.
Şirketlerin farklı yaklaşımlar geliştirerek sektöründe faaliyet gösteren firmalardan ayrışmasında inovasyon yeni açılımlar getirebilir.
Ürün İnovasyonu: Ar-Ge’ye yapılan yatırımlar, şirketlerin değişen müşteri ihtiyaçlarını karşılamak için yeni ürünler geliştirmesini veya mevcut ürünleri iyileştirmesini sağlar. Bu farklılaşma, kalabalık bir pazarda rekabetçi kalabilmek için önem taşır.
Süreç İnovasyonu: Ar-Ge genellikle daha verimli üretim süreçlerine yol açarak maliyetleri düşürür ve kaliteyi artırır. Bu da daha iyi kâr marjları ve rekabetçi fiyatlar sunma becerisi ile sonuçlanabilir.
Teknolojik İlerleme: Sürekli Ar-Ge yoluyla teknolojinin ön saflarında yer almak, şirketlerin en son gelişmelerden yararlanmasına olanak tanıyarak onları pazardaki değişikliklere yanıt verme konusunda daha çevik hale getirir. Bu teknolojik üstünlük önemli bir rekabet avantajı olabilir.
Bir yenilik geliştirmek kadar, ilgili alanda yapılan Ar-Ge yatırımının kriter haline geldiği görülüyor. O ürünü keşfeden firmadan çok, o ürüne değer katan firmanın daha kalıcı olduğu durumlar mevcut. Akıllı telefon örneğinde olduğu gibi ürünü icat eden firma bugün varlık gösteremiyorken halihazırda pazarın lideri konumundaki firma, bu alandaki güçlü Ar-Ge yatırımı ile dikkat çekiyor. Süreklilik gösteren Ar-Ge çalışmalarıyla ürüne değer katan bu lider firma ürüne yeni özellikler de kazandırıyor.
-Yapay Zekâ ve Makine Öğrenmesi: Kamu ve özel sektörde algoritma geliştirme ve modelleme ön planda.
-Biyoteknoloji ve Aşı Geliştirme: COVID-19 sonrası kurulan altyapılarla birlikte yerli biyoteknoloji yatırımları hız kazandı.
-Hidrojen ve Yeşil Enerji Sistemleri: Enerji bağımsızlığı hedefiyle yeşil teknolojilere yönelik Ar-Ge teşvikleri artıyor.
-Çip ve Mikroelektronik Geliştirme: Yerli çip projeleri (TÜBİTAK destekli) özellikle savunma sanayinde öne çıkıyor.
-Tarım Teknolojileri: Kuraklık ve iklim değişikliği odaklı sensör, sulama ve iklim uyumlu tarım modelleri geliştiriliyor.
Küresel ölçekte yaşanan teknolojik dönüşüm, ülkeler ve dolayısıyla şirketler arasında yeni bir rekabet arenası meydana getirdi. Artık sadece üretim gücü ya da doğal kaynak zenginliği değil; inovasyon kapasitesi, bilgi üretimi ve teknoloji geliştirme becerisi de rekabetin belirleyici unsurları arasında… Bu bağlamda Ar-Ge sadece teknik ilerlemenin değil, ekonomik üstünlüğün de temel taşı haline geldi. Bilgi çağında üretim faktörleri yeniden tanımlanıyor. Sermaye ve iş gücünün yanı sıra artık “bilgi” de başlı başına bir üretim aracı olarak kabul ediliyor.
Bilgiyi üreten, onu teknolojiye dönüştüren ve ticarileştirebilen yapılar ise bu yeni ekonomik düzende öne çıkıyor. Ar-Ge, işte bu dönüşümün merkezinde yer alıyor. Teknoloji çağında rekabet artık sadece daha ucuza üretmekle kazanılmıyor. Aynı zamanda daha yenilikçi, daha işlevsel ve daha sürdürülebilir çözümler üretmek gerekiyor. Bu durumda başarı, doğrudan Ar- Ge yatırımlarına bağlı. Rekabet üstünlüğü artık Ar-Ge süreçlerini etkin yöneten ve teknolojik gelişmeleri öngörebilen şirketlerin eline geçiyor.
Gelişmiş ülkelerde Ar- Ge merkezleri, üniversite-sanayi iş birlikleri ve özel sektör yatırımları bu dönüşümün en önemli araçları olarak görülüyor. Türkiye’de de son yıllarda bu alanda önemli adımlar atarak Ar-Ge harcamalarının milli gelir içindeki payı artıyor. Start-up ekosistemleri, genellikle Ar-Ge merkezli oluşuyor ve bu yapılar risk almayı bilen, hızlı düşünen, çevik şirketlerle geleneksel yapılar arasında bir köprü kuruyor.