Dünyanın en kıymetli toprağı
Yirminci yüzyılın başında Avrupalı soylular ve Rus aristokratlar siyasi değişimler ve moda olan yeni sayfiye havasına kapılmış, başta Nice olmak üzere Fransa’nın Akdeniz kıyısında güzel malikaneler yaptırmışlardır. Hatta Osmanlı hanedanı da malumunuz sürgünde San Remo ve Nice’i tercih etmiştir. Saint Tropez’den Monaco’ya uzanan bu eşsiz kıyıyı ortaçağ kasabası Eze tepesinden bir uçtan bir uca görmek mümkün.
Cap Ferrat bu kıyının en seçkindir. 1908'de açılan Grand-Hôtel du Cap-Ferrat, kısa sürede bir efsane haline gelmiş ve Charlie Chaplin'den Winston Churchill'e, Elizabeth Taylor'dan Gregory Peck'e kadar birçok ismi ağırlamıştır. Sanat ve edebiyatla kurduğu ilişkiyle de özeldir. 1950'lerde şair, yönetmen Jean Cocteau duvarlara çizdiği Yunan mitolojisi figürleri ile ünlenen Villa Santo Sospir'de Marlene Dietrich, Picasso, Edith Piaf gibi isimleri çekmiş, bugün rehberli turlarla ziyaret edilebiliyor.
Cap Ferrat'ın yıldızları: Sahil villaları
Yazar Somerset Maugham'ın 1920'lerde satın aldığı Villa La Mauresque, Cap Ferrat'ın edebiyatıyla buluştuğu noktadır. Evelyn Waugh, TS Eliot, Patrick Leigh Fermor gibi isimlerin ağırlandığı bu ev, sahil villalarının altın çağını başlatan yapıdır. Bugün artık özel mülk olan villa, bugün Mağribi tarzı demir kapısındaki “Fatima'nın Eli” sembolüyle selam verir meraklı bakışlara. Cap Ferrat'ın diğer bir yıldızı ise Rothschild Ailesi'nin zarif temsilcisi Béatrice Ephrussi'nin yaptırdığı Villa Ephrussi de Rothschild'dir. İtalyan Rönesansı’nı Akdeniz zarafetiyle buluşturan villa, zengin porselen koleksiyonu, tematik bahçeleri ve panoramik manzarasıyla Fransız Rivierası'nın nadide kültür miraslarından biridir. Ama Cap Ferrat yalnızca tarihle değil, bugünün lüks anlayışıyla da günceldir. Villa les Cèdres —bir zamanlar Belçika Kralı II. Léopold'un evi— günümüzde Ukraynalı iş insanı Rinat Akhmetov'un mülkiyetindedir. 200 milyon avroya satılan bu malikâne, Avrupa'daki en pahalı emlak satışlarından biri olarak kayıtlara geçmiştir.
Bono bile Cap Ferrat'ta çok istemesine rağmen ev alamadı, Çünkü Cap Ferrat, sadece parayla girilen bir yer değil, aristokrasi ve mahremiyetle kurulmuş, sessiz bir ittifak vardır. Yatlar burada şov için değil, huzur için demirliyor. Kendi iskelenin kenarına kurduğun mini istiridye çiftliğini sadece arkadaşlarınla paylaşabilirsin, böyle bir ortam burası.
En pahalı toprağın üzerındeyiz
İstanbul yalıları da böyle değil mi? Sayısı belli, her ne kadar el değiştiriyor olsa da değerinden hiçbir şey eksilmiyor.
Bundan tam 15 yıl önce Hürriyet Gazetesinde bir haber çıktı. Haberi aynen kopyalıyorum: “Fransa’nın Cannes kentinde düzenlenen Uluslararası Gayrimenkul Geliştirme Fuarı’nda (MIPIM) İstanbul Boğazı’nın en değerli arsaları görücüye çıktı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Swissotel, Perpa ve Beykoz Çubuklu arazileri için Cannes’da yatırımcı arıyor. 607 parselden oluşan 644 metre uzunluğunda, 109 bin metrekare alanlı Çubuklu arazisi Boğaz’da en geniş rıhtıma sahip arazi olarak 1 milyar doların üzerinde bir değerle vitrine çıktı.
Çubuklu 29 Gece Kulübü, Hayal Kahvesi ve eski petrol dolum tesislerinin yer aldığı Belediyeye ait Çubuklu arsası kıyı uzunluğu olarak Boğaz’ın en uzun arsası. Arsanın kıyısı, 72 metre rıhtıma sahip ve Boğaz’ın en uzun rıhtımlı yalısı ünvanını taşıyan Kıbrıslı Yalısı’ndan 9 kat daha uzun. Çubuklu arsası, turizm ve ticari gayrimenkul yatırımı yapmak isteyen yatırımcılara açık. Projeler için belediye yardıma hazır.’’
Dönemin belediye başkanı merhum Kadir Topbaş bu arsalarla yatırımcıyı çağırıyor, satış, kiralama formüllerini masaya / yatırıyordu.
Alıcı çıkmadı. Boğazda yeni bir şey yapmak kanunen çok mümkün değildi. Ama biz nerede olduğumuzu anladık. Dünyanın en pahalı toprağı üzerindeydik.
İBB 2018 yılında bu değeri korumak yerine bu canım kıyıya korkunç bir kazıklı yol yaptı. Trafiğe kapalı, hiçbir işe yaramayan, uzun anlamsız bir yol. Korkunç bir para ödendi, kazıklar çakıldı, üzerine beton döküldü, o canım Boğaziçi kıvrımı kaba bir otoban görüntüsüne dönüştü. Buradaki işletmeler özelliğini kaybetti, yok oldu, gitti. Hiçkimsenin bir işine yaramadı.
İBB Ekrem İmamoğlu döneminde petrol depolarının olduğu yapıları kültürel amaçlı kullanıma açtı. Şimdi etkinliklere, Beltur’un bir kafesine ve müzeye ev sahipliği yapıyor. Tek iyi şey bu diyebilirim, kıyıdan geçen o dolgu yol feribot iskelesinin yanından Paşabahçe’ye uzanıyor ama sadece uzanıyor, bağlanmıyor. Ben yıllardır düşünüyorum, kamuya ait, dünyanın en kıymetli toprağına bunu neden yaptılar?
Boğazda kaçak yapılar yıkılırken, yerel yönetimlerin kanun tanımadan yaptıkları ticari yapılar hiçbir zaman denetime, ön görünüme takılmıyor, güzelim Boğaziçi’nde kamu yararına yapıldığı söylenen kamu binalarına kimse bir yaptırımda bulunmuyor.
source