Başak Nur GÖKÇAM
Günümüz şehirleri, iklim değişikliğinin yarattığı tehditlere karşı bir cephe hattında yer alıyor. Artan sel riski, aşırı sıcaklık dalgaları ve değişken hava koşulları, kentlerin altyapısını ve topluluklarını her zamankinden daha fazla zorluyor. Ancak bu zorluklar karşısında güçlü bir çözüm yolu geliştirmek giderek daha fazla öne çıkıyor. Çünkü yalnızca çevresel etkileri azaltmayı değil, aynı zamanda gelecekte yaşanabilecek iklim felaketlerine karşı şehirlerin hazırlıklı hale gelmesi gerekiyor.
Bu kapsamda sürdürülebilirlik prensipleri, şehirlerin yalnızca bugünün zorluklarına değil, yarının belirsizliklerine de uyum sağlamasını mümkün kılıyor. Peki, bu yeni yol haritası şehirlerin geleceğini nasıl şekillendirecek ve kalabalık şehirlerde sürdürülebilir yaşam mümkün olacak mı? Döngüsel ekonomi modelinin getirileri ne olacak? İstanbul Bilgi Üniversitesi Çevre, Enerji ve Sürdürülebilirlik Uygulama ve Araştırma Merkezi Araştırmacısı ve Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, DÜNYA Gazetesi’ne anlattı.
Şehirlerin kalabalık olup, olmamasından ziyade nasıl tasarlandığının önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, “Özellikle iklim krizine karşı dirençli şehirleri tasarlamak son derece önemli. Aşırı hava olaylarından dolayı sürekli sellere maruz kalan, toplu taşımacılığın yetersiz olduğu ve özel arabalar ile seyahatin çok olduğu, atık yönetiminin yetersiz olduğu, su ve enerji güvenliğinin sağlanamadığı, hava kirliliğinden muzdarip şehirler kalabalık olmasa bile bu şehirlerde sürdürülebilir yaşamı sağlamak imkansız. Bu nedenle, sürdürülebilirliğin sağlanamamasında asıl rol oynayan kalabalık değil, krizleri ve sürdürülebilirliğin bileşenlerini dikkate alarak şehrin nasıl tasarlandığıdır” dedi.
Sürdürülebilirliği tehdit eden faktörler arasında nüfus yoğunluğunu düşünmediğini vurgulayan Prof. Dr. Uyduranoğlu, “Nüfustaki artışa baktığımızda gelişmiş ülkelere kıyasla, gelişen ve az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızının yüksek olduğunu görürüz. Gelişen ve az gelişen ülkelerdeki karbon ayak izi, gelişmiş ülkelere kıyasla daha azdır. Örneğin, 2022 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kişi başına düşen karbon emisyonu 14,56 ton iken, Türkiye’de aynı yıl 6,6 ton olarak gerçekleşti. İki katından daha fazla. Kısaca, sürdürülebilir kalkınma hedeflerini gelişmişlik düzeyi gibi nüfustan daha farklı faktörler etkileyebilir” diye konuştu.
Karbon ayak izi konusunda zengin ve yoksul arasında bir ayrım yapmak gerektiğini belirten Prof. Uyduranoğlu, “Araştırmalar, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 90’ından en zengin yüzde 10’un sorumlu olduğunu gösteriyor. Yoksul kesim ise emisyonların sadece yüzde 10’undan sorumlu. Bu nedenle, karbon emisyonlarındaki artışın nedeni tek başına nüfus artış hızıdır diyemeyiz. Daha çok şehirleşme, gelir artışı, değişen tüketim kalıpları ve dijitalleşme diyebiliriz” dedi.
Uyduranoğlu şöyle devam etti: “Dijitalleşme akıllı şehirlerin tasarlanmasında büyük rol oynayacak. Bununla birlikte, dijital çağda gerekli olan enerji ve suyun nasıl sağlandığı da çok önemli. Önümüzdeki yıllarda en çok tartışılması gereken konulardan biri bu. Verilerin depolanması ve korunması konusunda sunucu odalarının soğutulması için gerekli olan enerji nereden sağlanacak? Fosil yakıtlardan mı, sudan mı, yenilenebilir enerji kaynaklarından mı sağlanacak?
Fosil yakıtlar, iklim değişikliğine neden oluyor. Ama su ve yenilenebilir enerjinin de dikkate alınması gereken yanları var. Sudan üretilen elektrik, suyun döngüsünü bozarak biyolojik çeşitliliği olumsuz etkilemekte ve su güvenliğini tehdit etmekte. Yani hiçbir alternatif tamamen çevre dostu değil, masum değil. Ama hangi alternatif çevreye en az zararı veriyor? Bunu tespit etmek ve buna göre planlar yapmak önemli.”
Avrupa Yeşil Mutabakatı ile daha sık gündeme gelen döngüsel ekonomi modeline ilişkin de değerlendirmede bulunan Prof. Uyduranoğlu, “Bu ekonomi modeli, kullanılan kaynakların atık olarak değerlendirmeyip, ekonomiye yeniden kazandırılmasını, yani hayat döngüsü içinde tekrar kullanılmasını benimser.
Daha az doğal kaynak, enerji ve su kullanımına neden olduğu için sürdürülebirliğin en önemli bileşenlerindendir. Dünya Bankası tarafından 2025 yılında yayımlanan ‘AB’nin Küresel Değer Zinciri Ekosisteminde Türkiye’nin Döngüsel Ekonomiye Geçişi’ başlıklı rapor, Türkiye’de 1 kilogram ham madde kullanımı ile ortalama 1,8 birim ekonomik değer üretilirken, AB’de bu değerin 2,3 birime ulaştığını belirtmiştir.
Bu veriler, döngüsel ekonomi modelinin sürdürülebilirlikte oynayabileceği rolü anlamak açısından çok önemli. Bu model, iklim krizi ile mücadele etmenin yanı sıra, maden sahalarının korunması açısından da önemli. Bunlara ilave olarak, ülkelere rekabette üstünlük de sağlayacak” diye konuştu.
Karbon ayak izinin, sadece ülkeler arası karşılaştırmada değil, aynı ülke içindeki farklı gelir grupları için de konuşulması gereken bir konu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, “Bu konudaki en önemli önerim, ülkelerin mutlaka karbon vergisi ve ETS gibi karbon fiyatlama araçlarını uygulaması, bunu yaparken mutlaka düşük gelirlerinin korunması ve elde edilen gelirin çevreyi korumak için geliştirilen projelere aktarılmasıdır. Böylece kurumsal bir yapı çerçevesinde yoksul kesimin refahı artırılabilir. Örneğin, şehirlerin sellere karşı dirençli hale getirilmesinden veya toplu taşımacılığın iyileştirilmesinden daha çok yoksullar fayda sağlar” diye konuştu.
Bilgi salgını olarak da bilinen infodemi çağında yaşandığını hatırlatan Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, “Doğru bilgi kadar, yanlış bilgi de hızla yayılıyor. Özellikle sosyal medya aracılığı ile. Bunun en son örneği, İklim Kanunu’nda yer alan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile ilgili. Konuyu tam bilmeyen herkes, ETS için yeni bir ticari kazanç yolu dedi. Halbuki ETS, kirletene ceza getiren, daha önce cezalandırılmayan bir alanı hukuki düzenlemeye tabii tutan bir mekanizma. Daha önce kirlilik için bir bedel ödenmezken, bunun bir bedeli olması gerektiğini savunan bir sistem. Gençlerin, doğru bilgiler eğitilmesi bu nedenle çok önemli” dedi.