DR. ÖZLEN ÇETİN EGE-TDC Eğitim ve Danışmanlık Kurucusu/Yönetici Koçu/ İK Danışmanı ve Assessor
Günümüzün temel sorularından biri, değişimi yaşarken bir yandan istikrarı sağlamak mı hızlı ve çevik bir şekilde ilerlemek mi? Her ikisi de mümkün mü? Liderler, yöneticiler, kurumlar ve çalışanlar ortak paydada nasıl buluşabilir?
Bu konu hakkında araştırma yaparken Deloitte’in 2025 Küresel İnsan Sermayesi Trendleri raporuna denk geldim.
Bir İK danışmanı ve yönetici koçu olarak profesyonel hayatımda, raporda değinilen birçok bulguyu defalarca gözlemledim. Raporda, günümüzde çalışanlarından, yeni beceriler ve çalışma biçimleri öğrenmeleri; yeni teknolojilere uyum sağlamaları; hem iç hem de dış beklenmedik değişikliklere yanıt olarak eksen kaydırmaları istendiği vurgulanıyor. Ama birçok çalışan bu değişikliklere uyum sağlamakta zorlanıyor. Dünya çapında çalışanların yaklaşık üçte ikisi işin ne kadar hızlı değiştiği konusunda bunalmış durumda ve yüzde 49’u değişim hızının onları geride bırakacağından endişe ediyor. Ortalama bir çalışan her yıl 10 adet planlı kurumsal değişiklik deneyimliyor ve bunlar arasında, kurumsal yeniden yapılanma, kültür dönüşümü, büyük teknoloji girişimleri ve daha fazlası yer alıyor. Raporda vurgulandığı üzere bu sayı 2016’da iki adetti.
2025 Küresel İnsan Sermayesi Trendleri araştırmasında, çalışanların yüzde 75’i gelecekte işte daha fazla istikrar umduklarını belirtmiş. Öte yandan yöneticilerin yalnızca yüzde 19’u, geleneksel çalışma modellerinin çalışanlar ve kurum için değer yaratmada en uygun olduğuna inanıyor. Ve yüzde 85’i, kurumların pazar değişikliklerine hızla uyum sağlamak için işi organize etmenin daha çevik yollarını yaratmaları gerektiğini söylüyor. Burada elbette yöneticiler ve çalışanlar arasında bir kopukluk ortaya çıkıyor. Dengeyi kurmanın en büyük zorluğu ise birini iyileştirme çabalarının, diğerinin pahasına gerçekleşebiliyor olması. Aradaki dengeyi bulmanın yolu yine liderlik becerilerinde karar verme yetkinliğine çıkıyor.
Bundan bağımsız 31 ülkede gerçekleştirilmiş bir ankette de ankete katılan çalışan profesyonellerin neredeyse yarısı (yüzde 46), 2024’te işlerinden ayrılmayı düşündüklerini söylemiş.
McKinsey 2023 İnsan Sermayesi Raporu’na göre, kurumların yüzde 87’si, çalışan deneyimini stratejik öncelik olarak tanımlıyor ve çalışan bağlılığını artıran şirketlerin kârlılığı yüzde 23 daha yüksek. İK teknolojilerine yatırım yapan kurumlar ise yetenek çekmede iki kat daha başarılı.
Tüm bu veriler ışığında konuya baktığımızda…
Deloitte tarafından yayınlanan raporda özellikle yöneticilerin baskıyı çok fazla hissettikleri belirtiliyor. Bunu ülkemizde görüştüğümüz birçok üst yöneticiden de sıkça duyuyorum.
Liderler, çalışanların özlediği istikrar ile kuruluşların ihtiyaç duyduğu çeviklik arasında doğru dengeyi nasıl bulabilir?
Birçok kurum için bilgi ile eylem arasında bir boşluk var. 2025 Küresel İnsan Sermayesi Trendleri’ne göre, kurumların önemli bir çoğunluğu (yüzde 72) çeviklik ve istikrar arasında denge kurmanın önemini kabul ediyor etmesine ancak yalnızca yüzde 39’u bu konuda anlamlı bir şeyler yapıyor. Rapora göre, kurumların bu dengeyi sağlayıp sağlayamayacakları, büyük olasılıkla işi, kurumu ve çalışanı sabitlemenin yollarını bulma becerilerine bağlı olacak. Bu yeni sabitleyiciler bir kimlik duygusu, açıkça tanımlanmış bir eylem yolu ve işin işleyiş şekline ilişkin zihinsel bir model sağlamalıdır. Ayrıca her iki tarafa da fayda sağlayan ortak bir vizyonda çalışanı kuruma bağlayan bir temel ve yön duygusu da önemli.
Raporda vurgulanan bir başka önemli nokta, hem kurumlar hem de çalışanlar için uzun zamandır istikrar sağlayan geleneksel dayanakların sorgulanması gerçeği. Bu dayanaklar arasında statik iş tanımları, tanımlanmış ekipler, doğrusal, dahili kariyer yolları ve istihdam modelleri yer alıyor. Bu dayanaklar altüst oldukça, çalışanlar, özgüven ve yaratıcılıkla hareket etmek ve yanıt verme ve gelişme konusunda dinamik bir yeteneğe sahip olmak için ihtiyaç duydukları temeli bulmakta zorlanıyorlar.
Raporda; “Çalışan ve kurumlar arasındaki bağlantıyı güçlendirmek için yeni istikrar kaynakları bulunmalı ve her ikisini de uyum sağlayıp gelişebilecekleri bir konuma getirilmelidir” deniyor. Aslında çok net vurgulanıyor. Bu yeni dayanakların, “yeniden tasarlanmış kurum yapıları, işin tasarımı ve kaynaklandırılmasında daha fazla amaçlılık, çalışanları bireyler olarak daha iyi anlama ve kurumun dört duvarı içinde ve ötesinde daha güçlü ağlar” şeklinde oluşacağı düşünülüyor.
Kurumların ve çalışanların yeni dayanaklar kurmaları için, öncelikle karşılaştıkları istikrarsızlık kaynaklarını iş, kurum ve çalışan olarak üç kategoride değerlendirmek gerekir. Bu kategoriler birbirine paralel ve etkileşimli. Kurumların örgütsel yapılarındaki değişimi sonucu vizyon, misyon ve kurum kültürleri dönüşürken, çalışanların istek ve beklentileri -yeni çalışma biçimleri sonucu iş tanımları evrimleşiyor. Üç başlık için de istikrarın çok önemli olduğuna dikkat çekiliyor. Geleneksel iş modellerinin, organizasyon yapılarının ve çalışanların taleplerini karşılamadığı belirtiliyor.