Küresel düzlemde artan jeopolitik riskler, ekonomik kırılganlıkları da beraberinde getiriyor. Dış politika ile ekonomi arasındaki ilişki, hiç olmadığı kadar güçlü ve karmaşık bir hâl alırken, ülkelerin uluslararası pozisyonları yalnızca siyasi değil, ekonomik parametrelerle de ölçülüyor. İstanbul Gedik Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şakir Dinçşahin ile bu çerçevede Türkiye’nin dış politika hamlelerinin ekonomik etkilerini, yükselen küresel blokların gücünü ve uluslararası ilişkiler eğitiminde gençlerin rolünü konuştuk.
Prof. Dr. Şakir Dinçşahin, Türkiye’nin dış politikadaki pozisyonunun ekonomik sonuçlarının, ülkenin jeopolitik konumu nedeniyle çok boyutlu olduğunu vurguluyor. “Türkiye hem Batı’yla hem de Doğu’yla dengeli ilişkiler yürütmeye çalışan bir aktör. Bu çok yönlülük kimi zaman fırsatlar yaratırken, kimi zaman belirsizlik ve kırılganlıkları beraberinde getiriyor,” diyen Dinçşahin, Türkiye’nin bölgesel çatışmalar ve küresel güç mücadeleleri karşısında esnek bir dış politika izlemek zorunda kaldığını belirtiyor.
Ancak bu esneklik her zaman ekonomik istikrarı beraberinde getirmiyor. Döviz kuru üzerindeki baskılar, yatırımcı güvenindeki dalgalanmalar ve popülist politikaların uzun vadeli maliyetleri, dış politika hamlelerinin ekonomiyle ne kadar iç içe geçtiğini gösteriyor. Dinçşahin’e göre, iç siyasetteki gelişmelerin dış politika kararlarını etkilediği; bunun da dolaylı olarak ekonomik göstergelere yansıdığı bir dönemdeyiz.
2024 yılında ABD’de gerçekleşen başkanlık seçimlerinin küresel ekonomi üzerindeki etkilerini de değerlendiren Dinçşahin, yeni yönetimlerin yalnızca ABD iç politikasını değil, dünya ekonomisini de doğrudan şekillendirdiğini vurguluyor. “ABD’nin Çin ve AB ile olan ilişkileri, tedarik zincirlerinden teknoloji politikalarına kadar birçok alanda küresel dengeyi etkiliyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için bu süreç hem fırsatlar hem de riskler barındırıyor” ifadelerini kullanıyor.
Türkiye açısından bakıldığında ise ABD ile ilişkilerin seyri, özellikle savunma sanayi, enerji ve finansal piyasalar açısından belirleyici olmaya devam edecek. Dinçşahin, “Yeni yönetimin Türkiye’ye yaklaşımı, yaptırımlar ve bölgesel güvenlik politikaları gibi konularda ekonomik göstergeleri doğrudan etkileyebilir” diyerek sürecin yakından izlenmesi gerektiğini belirtiyor.
BRICS ve benzeri ittifakların dünya düzenindeki rolü son yıllarda daha çok tartışılır hale geldi. Prof. Dr. Dinçşahin, bu blokların Batı merkezli sistemin tek kutupluluğuna bir alternatif sunduğunu belirtiyor. “BRICS gibi oluşumlar, çok kutuplu bir sistemin inşasına katkı sağlayabilir ancak kendi içlerinde de ciddi farklılıklar barındırıyor” diyen Dinçşahin’e göre, Türkiye bu tür ittifaklara katılmadan önce dikkatli ve stratejik bir değerlendirme yapmak zorunda.
Türkiye’nin avantajı, yalnızca bir bloğa bağlı kalmaksızın, çok taraflı ve esnek dış politika izleyebilmesinde yatıyor. Bu nedenle BRICS’e katılım gibi adımların, NATO, AB ve diğer Batılı müttefiklerle olan ilişkilerle çelişmemesi gerekiyor. Türkiye için ideal pozisyon; yükselen güçlerle ilişkileri çeşitlendirirken, Batı ile olan stratejik bağları korumak.
Zaman zaman duraksayan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, ekonomik ortaklık çerçevesinde hâlâ güçlü bir şekilde sürüyor. AB, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olmayı sürdürüyor ve bu durum ekonomik entegrasyonu zorunlu kılıyor. Dinçşahin, ilişkilerin yeniden canlanması için karşılıklı güvenin yeniden tesis edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Ancak yalnızca ekonomik gerçeklikler yeterli değil. Demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve temel haklar gibi konularda ilerleme sağlanmadan, siyasi düzeyde yeni bir ivmenin yakalanması zor görünüyor. Dinçşahin, “AB’nin de Türkiye’yi sadece aday ülke değil, bölgesel ve küresel bir aktör olarak görmesi gerekiyor” diyerek sürecin iki taraflı bir çaba gerektirdiğini vurguluyor.
Ortadoğu’da süregelen krizlerin enerji arzı ve dış ticaret üzerindeki etkileri her geçen gün daha da hissediliyor. Türkiye, enerji koridorlarının merkezinde yer alırken, bu pozisyon hem avantaj hem de risk anlamına geliyor. Dinçşahin, “Bölgedeki çatışmalar Türkiye’nin enerji maliyetlerini artırabilir, ticaret dengelerini bozabilir,” diyor.
Buna karşın, Türkiye’nin enerji diplomasisinde aktif bir rol üstlenmesi ve alternatif kaynaklara yönelmesi durumunda, bu risklerin fırsata dönüşebileceğini de belirtiyor. “Bölgesel istikrarın desteklenmesi ve enerji çeşitliliği stratejik önem taşıyor” diyerek çok yönlü yaklaşımın altını çiziyor.
Yatırımcı güveni, ekonomik kararların temelini oluşturuyor. Özellikle doğrudan yabancı yatırımlar için siyasi öngörülebilirlik ve kurumsal istikrar olmazsa olmaz. Dinçşahin’e göre, siyasi istikrarsızlık ve dış politikadaki belirsizlikler, yatırımcıların Türkiye’ye bakışını doğrudan etkiliyor.
Türkiye’nin dış politika çizgisindeki ani değişikliklerin, finansal piyasalar üzerinde baskı yarattığını belirten Dinçşahin, “Uluslararası yatırımcılar, sürdürülebilir büyüme için rasyonel ve istikrarlı bir dış politika arıyor,” diyor.
Son yıllarda yükselen milliyetçilik ve korumacılık politikaları, küresel ticareti daha parçalı ve belirsiz hale getirdi. Prof. Dr. Dinçşahin, “Korumacılık, yerel üretimi koruma amacını taşırken; uluslararası ticareti daraltıyor ve büyümeyi yavaşlatıyor” diyerek bu eğilimin uzun vadeli sonuçlarına dikkat çekiyor.
Bu durum, özellikle dış ticarete bağımlı ülkeler için hem yapısal zorluklar hem de yeni iş birliği arayışlarını gündeme getiriyor. Dinçşahin, “Çok taraflı ticaretin yeniden canlandırılması, dünya ekonomisinin istikrarı için kritik” görüşünü paylaşıyor.
Uluslararası ilişkiler alanına artan genç ilgisini de değerlendiren Dinçşahin, bu ilginin ekonomik bilinçle desteklenmesi gerektiğini savunuyor. Siyaset biliminin ekonomiyle birlikte düşünülmesi gerektiğini vurgulayan akademisyen, İstanbul Gedik Üniversitesi’nde bu yaklaşımı destekleyen bir eğitim modelinin uygulandığını aktarıyor.
Ekonomi, finansal analiz, veri okuryazarlığı ve vaka çalışmaları gibi derslerin; öğrencilerin küresel sistemin işleyişini daha iyi anlamalarına yardımcı olduğunu belirtiyor. “Gençler sadece teorik bilgiyle değil, güncel gelişmeleri yorumlayabilecek donanımla mezun oluyor,” diyor.
Türkiye’nin askeri ve ekonomik gücünün yanında, yumuşak güç kapasitesini de artırması gerektiğini ifade eden Dinçşahin, eğitim, kültürel diplomasi, insani yardım ve iletişim teknolojileri alanlarının ön plana çıktığını belirtiyor. Yunus Emre Enstitüsü ve TİKA gibi kurumların küresel ölçekte daha görünür hale gelmesinin önemine değiniyor.
Medya ve dijital diplomasiye yapılacak yatırımların, Türkiye’nin uluslararası kamuoyundaki algısını şekillendirmede etkili olacağını da ekliyor.