Hakikati susturmak: İklim krizi, demagoglar ve sessizleşen uydular

İklim krizi, artık yalnızca do­ğa olaylarıyla açıklanabi­lecek bir mesele olmaktan çoktan çıktı. Bu kriz, siyasetin en karanlık köşelerine sızmış du­rumda. Aşırı hava olayları arttık­ça, toplumların daha güçlü iklim eylemi talebi de yükseliyor. An­cak aynı anda, bu talepleri bastır­maya çalışan, felaketleri fırsata dönüştüren ve hakikati perdele­meyi görev edinmiş demagogla­rın yükselişine tanık oluyoruz. Bu nedenle günümüzün en büyük gerçeği şu: iklim krizi yalnız­ca gezegenin değil, demokra­sinin de sınavıdır.

Yakın tarihli analizler gösteri­yor ki, iklim felaketlerinin ardın­dan yayılan komplo teorileri ar­tık sıradan bir ‘marjinal ses’ de­ğil; siyasal bir stratejinin parçası. Bu strateji, bilimi susturmak, ka­muoyunu yanlış yönlendirmek ve toplumu asıl faillerden — fo­sil sermaye ve çıkar ağlarından — uzaklaştırmak üzerine kurulu. Ve işin en çarpıcı örneklerinden biri, ABD’de Donald Trump’ın ik­lim bilimine ve onu ayakta tutan altyapıya dönük saldırılarıdır.

Gökyüzünü kör etmek: Trump ve iklim uydularının kapatılması

Trump’ın iktidara ikinci dönü­şünden sonra hedef aldığı yalnız­ca iklim politikaları olmadı; bi­limin gökyüzündeki gözleri de susturuldu. NASA’nın atmosfer­deki karbondioksit yoğunluğunu ölçen OCO-2 ve OCO-3 uydula­rı kapatıyor. Üstelik OCO-2’nin atmosfere yeniden girip yanarak imha edilmesi planlandı. Bu, sa­dece bir bütçe tasarrufu değil; ge­zegenin nefes alışverişini kayde­den kritik sensörlerin bilinçli bi­çimde susturulmasıydı.

Bu kararın sonuçları düşün­dürücü. OCO uyduları sayesin­de, hangi ülkenin Paris Anlaşma­sı taahhütlerine uyduğunu de­netlemek mümkündü. Artık bu bağımsız gözlem aracı ortadan kalktı. NOAA’nın bütçesinde ya­pılan kesintiler ise hava tahmin merkezlerinin kapanmasına, er­ken uyarı sistemlerinin zayıfla­masına ve bilim insanlarının iş­ten çıkarılmasına yol açtı. Sonuç olarak seller, kasırgalar, yangın­lar gibi felaketlerde toplumu za­manında uyarmak zorlaştı.

Bilimin gözlerini kapatan bu siyaset, aynı zamanda yalanın en verimli zemini oldu. Çünkü ha­kikati belgeleyen uydular yoksa, sahneye komplo teorileri çıkı­yor. ABD’de Texas sellerinin “ha­va modifikasyon teknolojisiyle” yapıldığını, Kaliforniya yangın­larının “çocuk kaçakçılığı tünel­lerini yok etmek için planlandı­ğını” söyleyen teoriler tam da bu boşlukta yayıldı. Gerçek yerine, en çok yankı bulan yalan dolaşı­ma girdi.

Avrupa’da paralel senaryolar: Fosil sermaye ve aşırı sağ ittifakı

Kara haber yalnızca Ameri­ka’dan gelmiyor. ExxonMobil ve ABD’li bağışçıların fonladığı He­artland Enstitüsü’nün Avru­pa’da giderek güçlendiğini ortaya koyduğu gibi korkutucu gerçekler de var. ABD merkezli bu düşünce kuruluşu, yıllardır iklim değişik­liğinin insan kaynaklı olduğunu reddeden yayınları ve kampanya­larıyla tanınıyor. Nigel Farage ve Liz Truss gibi sağcı siyasi figürle­rin katıldığı Heartland UK/Euro­pe lansmanı ise bu inkârcı söyle­min artık kıtaya örgütlü biçimde taşındığını gösterdi.

Bu gelişmeler tesadüf de­ğil. Çünkü aşırı sağ siyasetçiler için iklim eylemleri, halkın gün­lük kaygılarını sömürmek adı­na kullanışlı bir hedef. Lond­ra Belediye Başkanı Sadiq Khan ve Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’nun açıkladığı gibi, şe­hirlerdeki iklim politikaları sü­rekli dezenformasyon saldırıla­rıyla itibarsızlaştırılmaya çalışı­lıyor. Bu saldırıların amacı, güçlü halk desteğini zayıflatmak ve ik­lim biliminin yarattığı toplumsal baskıyı kırmak.

Kısacası, Atlantik’in iki yaka­sında da aynı oyun oynanıyor: bi­limi sustur, hakikati karart, ya­lanı çoğalt. Ve bu oyun, sadece iklim politikalarını değil, demok­rasinin temel taşlarını da hedef alıyor.

Direnişin gücü: Gençler, şehirler ve bilimin ısrarı

Peki umut nerede? Umut, sus­turulamayan seslerde. Genç ak­tivistler “Big Oil’i şeytanlaştır” kampanyalarıyla fosil yakıt şir­ketlerinin toplumsal meşrui­yetini zorluyor. Bilim insanları, baskılara rağmen verileri kamu­ya açık hale getiriyor. Şehir yöne­timleri, ulusal hükümetlerin ge­rilediği yerde iklim politikaları­nın lokomotifi oluyor.

Birleşmiş Milletler Kalkın­ma Programı’nın Halkın İklim Oyu araştırması, Nature Clima­te Change dergisinde yayımlanan 89 Projesi ve Yale Üniversite­si’nin küresel kamuoyu yoklama­ları, toplumların büyük çoğun­luğunun hükümetlerinden daha güçlü iklim eylemleri talep etti­ğini gösteriyor. Yani sorun halk değil; sorun, halkı yanlış yönlen­diren ve bilinçli olarak oyalayan çıkar ağları. Eğer bu güçlü top­lumsal talep, direnişin sesleriy­le birleşirse, demagogların yük­selttiği yalan duvarı da çatlamaya başlayacak.

Hakikati savunmak, en radikal iklim politikasıdır

Trump’ın uyduları kapatma­sı aslında bir metafor: Gökyüzünü kör ederek toplumu karanlıkta bı­rakmak. Ama unuttukları şey şu: Hakikat uydulardan ibaret değil. Hakikat, gençlerin sesinde, şehir­lerin direncinde, bilimin ısrarın­da yaşıyor.

Bugün yapılması gereken, sade­ce emisyonları azaltacak teknolo­jiler geliştirmek değil; aynı zaman­da bilgi kirliliğini aşındıracak güç­lü bir kamusal dayanışma kurmak. Çünkü iklim krizi yalnızca doğa­nın değil, hakikatin de krizi. Ve bu krizin en etkili ilacı, bilimin, med­yanın ve toplumun ortak sesidir.

Demagogların yalanları ne ka­dar yüksek olursa olsun, hakikat daha uzun yankılanır. Ve belki de bu yüzden, hakikati savunmak, bugün atabileceğimiz en radi­kal iklim politikasıdır.


source