ABD, tarih boyunca Latin Amerika’yı kendi “arka bahçesi” olarak gördü. Soğuk Savaş’tan bu yana Nikaragua’dan Küba’ya, Şili’den Panama’ya kadar pek çok yerde rejim değişikliklerine destek verdi. Bugün de Venezuela’da Maduro’yu zayıflatma planı, bu geleneğin yeni bir halkası gibi görünüyor.
ABD’li güvenlik ve diplomatik kaynaklara göre Başkan Donald Trump, uyuşturucu kartelleriyle mücadele gerekçesini öne çıkarıyor. Ancak Washington’un gerçek motivasyonunun, petrol rezervleriyle bilinen Venezuela’da Maduro yönetimini devre dışı bırakmak ve Latin Amerika’da kendi etkisini pekiştirmek olduğu yorumları öne çıkıyor.
Öte yandan Nicolás Maduro, içeride meşruiyetini korumak için “Bolivarcı devrim” söylemine yaslanıyor. 4,5 milyonu aşkın üyesi olduğu iddia edilen Bolivarcı Ulusal Milis, Maduro için sadece bir savunma gücü değil, aynı zamanda toplumsal tabanı diri tutmanın da aracı.
Maduro’nun “emperyalizme karşı direniş” söylemi, hem Chavista ideolojinin devamlılığını sağlıyor hem de içeride ekonomik kriz ve yolsuzluk suçlamalarıyla zedelenen imajını güçlendirmeye yarıyor. Halkı silah altına çağırması, askeri caydırıcılıktan çok, bir “ulusal dayanışma” mesajı verme işlevi taşıyor.
Washington’un Karayipler’e savaş gemileri ve F-35’ler göndermesi, yalnızca Venezuela’ya değil, bölgedeki diğer ülkelere de “gözdağı” niteliğinde. ABD, bölgedeki stratejik üstünlüğünü korumak isterken, Caracas bu hareketleri doğrudan işgal tehdidi olarak algılıyor.
Bu noktada dikkat çeken, Trump yönetiminin bir yandan “rejim değişikliği konuşmuyoruz” demesi, diğer yandan Maduro’ya “kolay yol mu, zor yol mu?” mesajı göndermesi. Yani Washington’un dili diplomatik esneklik gösterse de, fiiliyatta askeri baskının arttığı bir tablo var.
Venezuela krizi yalnızca Caracas ve Washington’u karşı karşıya getirmiyor. Küba, Nikaragua ve Bolivya gibi ülkeler Maduro’ya siyasi destek verirken, Brezilya ve Kolombiya gibi ABD’ye yakın hükümetler askeri hareketliliği dikkatle izliyor. Dolayısıyla Karayipler’deki bu restleşme, Latin Amerika’nın iç dengelerini de sarsabilecek potansiyele sahip.
Bir yanda “uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele” iddiasıyla yola çıkan Washington, diğer yanda “emperyalizme karşı bağımsızlık” sloganıyla halkı milisleştiren Maduro… Gerçekte ise iki taraf da kendi iç kamuoyuna oynuyor. ABD seçim atmosferinde sertlik gösterisi yaparken, Maduro ekonomik krizin ortasında halkına “milli kahraman” imajını satıyor.
Sonuçta, Karayipler’de yaşanan bu güç gösterisi, klasik bir Latin Amerika tablosu: Washington hâlâ bölgeyi kontrol etmek istiyor, Caracas ise “küçük ülke, büyük direniş” söylemiyle ayakta kalmaya çalışıyor