Üsküdar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Prof. DR. Tayfun DOĞAN
Öğrenilmiş çaresizlik kavramı pozitif psikolojinin kurucusu Martin Seligman tarafından literatüre kazandırılmış, psikolojideki önemli kavramlardan biridir. Organizmanın tekrar eden olumsuz/acı veren koşulları değiştiremeyeceğine ve kontrol edemeyeceğine inanmasından sonra, şartlar değişse ve durumu değiştirme gücüne sahip olsa bile çaba göstermemesi, denemeyi bırakması ve mevcut olumsuz duruma katlanması, öğrenilmiş çaresizlik olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, deneyimlenen olumsuz yaşantılar ve başarısızlıklar sonrasında, organizmanın çabalamasının sonucu değiştirmeyeceğine inanması ve artık denemekten vazgeçmesidir.
Seligman çaresizliğin nasıl oluştuğunu ve devam ettiğini anlayabilmek için bir meslektaşıyla birlikte bir dizi deney yapmıştır. Deneyi başlangıçta üç köpek üzerinde gerçekleştirmişler ve ilk aşamada, birinci köpeğe elektrik şoku verilmiş ama şoku durdurabileceği bir panel konulmuş ve bu köpek şok geldiğinde onu durdurmayı öğrenmiştir. İkinci köpeğe de elektrik şoku verilmiş ancak bu köpeğin şoktan kurtulmasına imkân verilmemiştir.
Üçüncü köpeğe ise herhangi bir şok verilmemiştir. Deneyin ikinci aşamasında köpekler bir kutuya konulmuş ve şok verilerek kutunun şoksuz diğer tarafına atlamaları beklenmiştir. Şoku denetlemeyi öğrenen köpek birkaç saniyede engeli aşıp kaçabileceğini anlamış ve kutunun diğer tarafına geçmiştir.
Daha önce şok verilmeyen köpek de yine birkaç saniyede karşı tarafa geçebileceğini keşfetmiştir. Ancak daha önce çabalarının hiçbir işe yaramadığını öğrenmiş olan köpek, kolayca kutunun şoksuz bölümüne geçebilecek olmasına rağmen kurtulmak için hiçbir çaba göstermemiş ve kısa sürede pes etmiştir. Daha sonra, deneyi sekizli üç gruptan oluşan 24 köpek üzerinde tekrarlamışlar ve birkaç istisna olsa da yine benzer sonuçlar elde etmişlerdir.
Deney çaresizliğin öğrenildiğini göstermesi açısından önemlidir. Benzer deneyler farklı bilim insanları tarafından başka hayvanlar (fare, balık, kedi, tavuk, maymun) ve insanlar üzerinde de gerçekleştirilmiş ve onlarda da öğrenilmiş çaresizliğin oluştuğu görülmüştür. Çaresizliğin nasıl öğrenildiğini ortaya koyan Seligman, bunun nasıl iyileştirileceği konusunda da çalışmalar yapmış ve çaresizliği öğrenmiş olan köpekleri destekle kutunun şoksuz bölümüne tekrar tekrar atlatmıştır. Köpekler eylemlerinin işe yaradığını görmeye başladıklarında da kalıcı bir şekilde çaresizlikten kurtulmuşlardır.
Öğrenilmiş çaresizlik, organizmanın çevresi üzerindeki kontrol yoksunluğu ile alakalıdır ve temel olarak üç aşamada gerçekleşmektedir. İlk aşamada organizma, ortaya koyduğu davranışların acıyı/sıkıntıyı azaltmadığını fark etmektedir. İkinci aşamada bu kontrol yoksunluğunun gelecekte de devam edeceğine dair bir düşünce içine girmektedir. Son aşamada da organizma, pasiflik, vazgeçme, pes etme, düşük motivasyon, geri çekilme ve özgüven eksikliği gibi çaresizlik belirtileri göstermeye başlamaktadır.
Umut, ister duygusal isterse bilişsel bağlamda ele alınsın geleceğe dönüktür ve öğrenilmiş çaresizlikle doğrudan ilişkilidir. Duygusal bağlamda umut bireyin geleceğe ilişkin olumlu beklentiler içinde olması şeklinde tanımlanabilir. Bilişsel anlamda ise, kişinin gelecekte arzu edilen sonuçlara ulaşmak için plan yapma, yollar geliştirme ve bu hedeflere ulaşma konusunda bireyin kapasitesine duyduğu inançla ilgili zihinsel bir süreçtir. Öğrenilmiş çaresizlik, bilişsel umutla doğrudan ilişkilidir ve onun bir bileşeni olarak bile değerlendirilebilir.
Ancak öğrenilmiş çaresizliğin umutla ilişkisi negatif yöndedir. Yani kişinin öğrenilmiş çaresizlik düzeyi yükseldikçe, umut düzeyi düşer. Bundan dolayı öğrenilmiş çaresizliği yenmeden umudu artırmamız zordur. Öğrenilmiş çaresizliğin yukarıda da açıkladığımız işleyiş mekanizmasının da gösterdiği gibi, kişi eylemlerinin sonucu değiştirmediğini görür ve bunun gelecekte de devam edeceği düşüncesine kapılır. Dolayısıyla bu durum da umutsuzluğa yol açar.
Martin Seligman bu konuda öğrenilmiş çaresizliğin panzehiri olarak öğrenilmiş iyimserliği öne sürmektedir. Seligman, iyimserler ile kötümserlerin olayları yorumlama biçimlerindeki farklılığı şu şekilde açıklamaktadır: İyimser bireyler, karşılaştıkları başarısızlıkları veya olumsuzlukları geçici, belirli bir duruma özgü ve dışsal nedenlere bağlı olarak görme eğilimindedir. Yani iyimserler, hayatta kötü şeyler yaşarken bunların geçici olduğunu, bir ömür sürmeyeceğini, bir alanda başarısız olmanın her alanda başarısız olmak anlamına gelmediğini ve yaşanan olumsuzluklarda çevresel faktörleri de es geçmemek gerektiğini düşünürler. Kötümser bireyler ise, yaşadıkları olumsuzlukları kalıcı, kapsamlı ve kişisel olarak yorumlarlar.
Seligman’a göre iyimserlik, hayatın her alanında mucizevi çözümler sunmasa da bazı konularda önemli avantajlar sağlayabilir. İyimser olmak depresyon riskini azaltabilir, başarıya ulaşma ihtimalini artırabilir ve zihinsel olarak çok daha keyifli bir yaşam sürmeye katkıda bulunabilir.
Sevgiyle ve iyimserlikle kalın…