13 bin yıllık mamutların DNA'sı bilim insanlarını şaşırttı
Yaklaşık 4 metre boyundaki Kolombiyen mamutlar, yünlü mamutlarla birlikte yaşamış ve zaman zaman çiftleşmişti. Bugüne dek Kanada, ABD, Meksika ve Orta Amerika'da fosilleri bulunan bu türün Amerika kıtasındaki evrimi hâlâ tam olarak anlaşılamamış durumda.
SANTA LUCÍA HAVALİMANI KAZILARI BİR HAZİNEYE DÖNÜŞTÜ
2019 yılında Meksika’nın Santa Lucía kentinde başlatılan Felipe Ángeles Uluslararası Havalimanı inşaatı sırasında, 100'den fazla Kolombiyen mamut fosili keşfedildi. Bu keşif, Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nden paleogenom uzmanı Federico Sánchez-Quinto’nun kazı ekibiyle temasa geçmesine ve DNA analizlerinin başlamasına öncülük etti.
Sıcak iklimlerin DNA korunumu açısından zayıf olması bilinirken, bu çalışmada 83 mamut dişinden alınan örneklerden 61 mitokondriyal genom başarıyla dizilendi. Karbon tarihlemesi yapılan beş örnek, bu mamutların yaklaşık 13 bin ila 16 bin yıl önce yaşadığını gösterdi.
BEKLENMEYEN GENETİK AYRIM
Araştırmacılar, Kolombiyen mamutların daha önce sanılandan çok daha karmaşık bir evrimsel geçmişe sahip olduğunu söylüyor. Meksika’daki örneklerin, ABD ve Kanada’dakilerle aynı tür olmasına rağmen, farklı bir genetik soy hattına sahip olduğu ortaya çıktı. Bu durum, Meksika’daki mamutların kuzeydeki akrabalarından erken ayrıldığını gösteriyor.
Araştırmanın yazarlarından Eduardo Arrieta-Donato, bu durumu şöyle açıkladı: “Meksika’daki mamutların ortak atası, kuzeydekilerden çok daha önce ayrılmış. Bu ata, step mamutları ve Beringia’daki yünlü mamutların bir meleziydi. Güney’e göç eden torunları zamanla izole olmuş olabilir.”
GENETİK FARKLILIK BAŞKA TÜRLERDE DE VAR
Meksika’da bulunan diğer Buzul Çağı canlıları da benzer genetik farklılıklar sergiliyor. Bunlar arasında siyah ayılar ve en az bir mastodon türü de yer alıyor. Sadece bir türde genetik farklılık beklenebilirdi, ancak üç farklı türde benzer sonuçların çıkması, araştırmacılara göre bölgesel olarak olağanüstü bir evrimsel geçmişin işareti.
Bu bulgular, sadece türlerin göç yollarını değil, tropik bölgelerin genetik çeşitliliğini de yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor.
source