Bir insanın beynini nasıl yıkarsınız? - Ötüken Haber
DOLAR 41,3390 0,35%
EURO 48,5981 0,72%
ALTIN 4.902,481,35
BITCOIN 4782621-1,39%
Ankara
18°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Bir insanın beynini nasıl yıkarsınız?

Bir insanın beynini nasıl yıkarsınız?

ABONE OL
Eylül 20, 2025 00:04
Bir insanın beynini nasıl yıkarsınız?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Prof. Dr. Uğur BATI

Açıkça söyleyelim. Bugü­nün insan tipi, “inanma­ya ve meyletmeye” hazır bir insan tipidir. Bu insanlar, bir­takım inançları, gerçekçi ve tu­tarlı oluşları yüzünden değil, bu inançların sırf kendilerinin top­luma daha iyi bir şekilde intiba­kını sağladığı için benimseyen insanlardır. Adeta gönüllü beyin yıkanmasına eğilimlidirler.

Şu beyin yıkama meselesine baka­lım. Fillerin nasıl eğitildiğini hiç duydunuz mu? Fil daha yavruy­ken kalın bir zincirle direğe bağ­lanıyor. Önceleri kaçmaya çalı­şıyor ama gücü yetmediği için ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zin­ciri koparabiliyor ne de direği ye­rinden oynatabiliyor. Fil yavru­su ayağında zincirle büyüyor ve kaçamayacağını kabulleniyor. Bir anlamda zihnindeki özgürlük kavramını yitirmiş oluyor. İşte bu noktada ayağındaki zincir çözü­lüyor ve yerine konulan ince bir halatla, birkaç santimetre boyun­da tahtadan bir çubuğa bağlanı­yor.

Fil bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen ol­duğu yerde kalıyor çünkü hâlâ var olduğunu sandığı zincirini asla kıramayacağına inanıyor. Bu du­rum, psikolojide negatif bir yeti olan öğrenilmiş çaresizlik türü davranışı örnekliyor.

Filler ve zihin kontrol meka­nizmaları… Şaşırmayın, hayvan­ların da zihinsel faaliyetleri var­dır. Hayvanlar, nesnelerin aktif biçimde farkına varmalarından dolayı zihinsel aşamaya geçerler. İnsanlar için de mekanizma böy­le işler. Elbette insanlarda zihin­sel işlevler, son derece gelişmiş bir organ olan beynin etki alanı içinde, onun işlevlerinden biri­dir. Ancak gündelik yaşamda in­sanlar belki binlerce zihinsel en­gelle karşılaşır da çoğunun farkı­na bile varmazlar.

Zihin kontrolüne ilişkin çalış­maların modern bilimde yaklaşık 80 yıllık tarihi bulunur. Özellik­le ABD’de CIA ile birlikte yürü­tülen çalışmalardan bahsedebili­riz. Bunlardan ilki ve en önemlisi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan donanması tarafından yürütülen Chatter Projesi’dir.

Daha sonra başlayacak Articho­ke Projesi adı altında yürütüle­cek olan Bluebird Projesi’nden de bahsetmeliyiz. Bu iki projede hipnoz yoluyla insan hafızasının yönetilip yönetilemeyeceğine, hafızanın silinip silinemeyece­ğine bakılmıştır. Bunun yanında, ilk defa ABD’li gazeteci Edward Hunter’ın bir makalesinde Çin­cedeki “hsi nao” kelimesini “be­yin yıkama” olarak çevirerek, bu kavramı da literatüre soktuğunu biliyoruz.

Söylentilere bakıldı­ğında, dünya üzerindeki pek çok ülkenin esirler üzerinde yapılan çoklu “beyin yıkama” ve propa­ganda faaliyetlerinin mevcut ol­duğu iddia ediliyor. Çin Devri­mi’nin önderi Mao Zedung’un bu konuyla ilgili bizzat kendi yazdığı yazıları bile mevcut. Çinli propa­ganda uzmanlarının ABD’li esir­ler üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, komünistlere karşı ön yargılarını unutarak, Kore Sa­vaş’ını sorgulamaya çalıştıkları da bilinmekte.

Kore Savaşı sırasında Çinlile­rin ideolojik üstünlük kurduğu­nu gören ABD’liler, beyin yıkama faaliyetlerini “icat edip”, onu la­boratuvara sokmuşlardır. Amaç, tüketici nörobiliminin bugün sa­hip olduğu ticari vizyonun ide­olojik yansımasıdır; insan bey­ninin sırlarını çözmek ve insan zihinlerini kontrol etmek. İnsan­ları ikna etmelerinin ve kazan­malarının nedeni budur. Richard Condon’un filme de alınan Man­churian Candidate (Mançuryalı Aday) romanı, tam olarak bu du­rumu anlatmakta ve Amerikan insanının İkinci Dünya Savaşı ile başlayan korkularının sonucu ol­maktadır.

Zihinsel tüketimin dinamikleri

Bugün Batı bilimi de zihnimi­zin normal çalışma düzeni dışın­da sezgiye dayalı bir içeriği ol­duğunu kabul ediyor. Bu konuda çalışmalar gerçekleştiriliyor, bi­reyin akıl ile sezgiye dayalı yete­nekleri arasındaki farklar incele­niyor. Sezginin, bilincin ve zekâ­nın birleşimiyle, zihinsel kontrol sağlayan bireylerden bahsediyo­ruz. Zihin kontrol mekanizmala­rı dediğimizde de aslında bir tür filtrelemeden bahsediyoruz.

İnsanlar doğuştan gelen ve da­ha sonra çevresel faktörlerle de zenginleşen farklı bir filtreleme kullanıyorlar. Bu zihinsel me­kanizma, derinlik ve şüphecilik üzerine kurulmuş bir yapı. Merak duygusunu içerdiğinden, ilerle­meye yönelik katkıda bulunuyor.

İnanmak ve tuzak umuttur

Güney Asya’da avcıların “may­mun tuzağı” dedikleri bir yön­tem vardır. İlkel kabilelerden be­ri kullanılan bir hayvan tuzağı­dır bu. Tuzakla, bölgenin önemli yaşam kaynaklarından olan may­munlar yakalanır. Bir Hindistan cevizi oyulur. Kalın bir iple her­hangi bir ağaca ya da yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevi­zinin altına ince bir yarık açıl­mıştır. Bu yarığa tatlı bir yiyecek konur. Yarığın büyüklüğü sade­ce maymunun elini açıkken so­kabileceği kadardır.

Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ama yiyecek elindeyken elini dı­şarı çıkarması imkânsızdır. Sıkı­ca yumruk yapılmış el, bu yarık­tan dışarı çıkmaz. Avcılar geldi­ğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz. Gerçekte durum çok dramatiktir. Aslında yakalanan maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu tutsak eden, kendi bağımlılığının gücüdür. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyece­ği bırakmaktır. Ama zihinlerde­ki açgözlülük o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymunun görülmediği söylenir.

Umut bir hayat iksiridir!

aha çok severler. Umut, yoksun olmamız halinde yüklenilmesi olanaksız hale gelebilecek sayısız hedefimizin peşinde koşmamı­zı sağlayan motordur. Bu yüzden umut, halka satılan değerli bir var­lıktır. Yaşlanmak, ölüm, tek eşli ilişkilerde ortaya çıkabilen cinsel bıkkınlık ve çocukların doğuştan gelen farklı yeteneklerle doğma­sı gibi kabul edilmesi zor ve bir­çoğu biyolojik temelli gerçek var­dır. Şimdiye dek tasarımlanan en başarılı ürünlerin ve savunulmuş ideolojilerin çoğu bizi bu gerçek­lerin var olmadığına ikna etmeye çalışır. Umut ise tüketimi tetikler. İnsanın zihni böyle çalışır.

Otomatik portakal

Bilim insanları yıllardır insan­lar seçim yaparken beyinleri­nin, algılarının nasıl çalıştığına ilişkin çalışmalar yapıyor. Hâli­hazırda gerçekleştirilen pek çok deneyin ilginç sonuçlar ortaya koyduğunu görüyoruz. En basi­tinden bir sokak çalışmasında A kişisi, caddedeki birine merak ettiği bir adres soruyor. Bu arada karışıklığa denk getirilerek adre­si soran A kişisi yerini başka biri­ne, B kişisine bırakıyor. Tarifi ya­pan kişi adres sorana döndüğün­de kişinin değiştiğini, yani adres soran A kişisi yerine B kişisinin geçtiğini ekseriyetle fark etmiyor bile.

Bir başka alan çalışmasında deneklere iki adet fotoğraf gös­teriliyor ve bunlardan birini seç­meleri isteniyor. Deney arasında başka fotoğraflar da karıştırılı­yor. En sonunda deneklere, “Seç­tiğiniz fotoğrafı gösteriyoruz. Bu­nu seçmenizin nedeni neydi?” di­ye soruluyor. Deneyde küçük bir hile var. Kendilerine gösterilen fotoğraflar deneklerin seçtikleri fotoğraflar değil, aksine seçme­dikleri fotoğraflar. Deneklerin yüzde 75’inden fazlası seçtikleri fotoğrafları bilmiyor ve seçme­dikleri fotoğrafı niye seçtiklerini anlatmaya çalışıyorlar. İnsanlar, en basit tabiriyle “seçim körlü­ğü” olarak adlandırılan durumu yaşıyorlar.

Bu kadar basit alan çalışma­ları bile bize şu gerçeği tekrar ve tekrar hatırlatıyor: İnsan zihni­nin kendi yaşadığı büyük deği­şiklikler bile onları yaşayan in­sanlar tarafından algılanmıyor. İnsan kendindeki değişime karşı bile kör. Böyle olunca da yaşadığı­mız şey seçim körlüğü oluyor. Bu “körlük” içinde beyin, yaptığı se­çimleri savunma telaşına giriyor. İşin içine mevcutta zaten olan önyargı ve kabulleri de soktuğu­muz zaman, insan kendisi için kolaylıkla savunabileceği seçim­ler yapıveriyor. Nörobilim ilke­lerine göre “Otomatik beyin, kısa yoldan cevaplar bulup seçimleri­mizi kolaylaştırmak için devreye giriyor.” Bir nevi ortada var olan seçeneklerden en kolayına yöne­lik seçimi yapıyor ve yaşamına devam ediyor.

Yazıyı bitirelim. Kendinize çok iyi bakın ama uzaktan bakın. Çünkü ne kadar yakından bakar­sanız o kadar az görürsünüz… Ve unutmayın ki Jung’un söylediği gibidir; “Psikolojimizde bize di­renen her şey ya bir tanrıdır ya da şeytandır. Çünkü arzularımıza uymazlar ya da bizi dışarıya kar­şı görünür kılarlar.” (Carl Gustav Jung, Rüya Analizleri)

source

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

300x250r
300x250r