Tarım ve Gıda Yazarı Ziraat Mühendisi Bilge KEYKUBAT
Fransa’nın AB tarım ihracatındaki rolünün zayıflaması, Japonya’nın ithalat bağımlılığı nedeniyle fiyat dalgalanmalarını tetiklemesi, Nepal’in niş ürünlerde arz açığı oluşturması, Rusya-Ukrayna savaşının tahıl arzını kırılgan hale getirmesi ve Hindistan’ın tahıl stoklarının küresel dengeleri değiştirmesi, gıda piyasalarını olağanüstü oynak kılıyor.
2025 yılının ikinci yarısı, küresel ölçekte hem siyasi hem de ekonomik dalgalanmaların yoğunlaştığı bir döneme işaret ediyor. Japonya, Fransa ve Nepal gibi ülkelerde hükümetlerin düşmesi; ABD Merkez Bankası Fed’in faiz indirimi; İsrail’in Gazze’deki saldırıları sonrası Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede artan toplumsal tepkiler; Rusya-Ukrayna savaşının uzaması ve iklim krizinin tarımsal üretime yönelik olumsuz etkileri aynı anda gündemi belirliyor.
Buna ek olarak Hindistan’ın rekor seviyelere ulaşan pirinç ve buğday stokları, küresel gıda ticaretinde yeni bir güç dengesi yaratıyor. Tüm bu gelişmeler, yalnızca siyaset ve finans piyasalarını değil, tarım, gıda, gastronomi ve turizm gibi kırılgan sektörleri de doğrudan etkiliyor. Çünkü gıda, sadece sofralarımızı değil, aynı zamanda ekonomik istikrarı, toplumsal huzuru ve küresel diplomasiyi de besleyen bir alan.
Fransa’da hükümetin düşmesi, Avrupa Birliği’nin Ortak Tarım Politikası (CAP) üzerinde baskı oluşturabilir. AB’nin şarap, peynir ve tahıl üretiminde lokomotif ülke olan Fransa’da siyasi istikrarsızlık, destek programlarının gecikmesine, sübvansiyonların azalmasına ve çiftçilerin yatırım kararlarını ertelemesine yol açıyor. Önümüzdeki yıllarda bu belirsizlik, özellikle şarap ve tahıl ihracatında tedarik sorunları doğurabilir. Bu durum Avrupa’nın küresel pazarlardaki rekabet gücünü zayıflatırken, AB dışındaki üreticiler için fırsat pencereleri açabilir.
Japonya’da hükümet krizleri, Asya pazarında gıda ithalatı ve deniz ürünleri ticaretinde güven kaybına yol açıyor. Yüksek oranda gıda ithalatına bağımlı bir ülke olan Japonya’da siyasi boşluklar, tahıl ve yem piyasalarında dalgalanmalara sebep oluyor. Ayrıca, Japon mutfağının temel taşlarından biri olan deniz ürünleri ihracatında karar mekanizmalarındaki yavaşlık, rekabet gücünü kırabilir. Uzun vadede ise Japonya’nın tarımsal üretimde teknoloji ve dikey tarım yatırımlarına yönelerek dışa bağımlılığını azaltma çabaları öne çıkabilir.
Nepal’de hükümetin istikrarsızlığı, tarımın bel kemiği olan kırsal kalkınma projelerini sekteye uğratıyor. Nüfusun yüzde 65’inin geçimini tarımdan sağladığı ülkede siyasi belirsizlik, tohum desteği, sulama altyapısı ve kooperatifleşme projelerinin durmasına neden oluyor. Bu durum yalnızca üreticinin refahını düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgedeki gıda güvenliğini de tehdit ediyor. Orta vadede Nepal’in ihracat kalemleri olan çay, baharat ve aromatik bitkilerde üretim düşüşleri bekleniyor. Küresel ölçekte Himalaya bölgesinden tedarik edilen bu ürünlerin fiyatlarının yükselmesi olası.
Devam eden Rusya-Ukrayna savaşı, tahıl koridorlarının kırılganlığını yeniden gündeme taşıyor. Karadeniz üzerinden yapılan buğday, mısır ve ayçiçek yağı sevkiyatları, küresel gıda arzının kritik damarlarından biri. Her iki ülkede üretim ve ihracat kapasitesindeki belirsizlik, özellikle Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde gıda güvenliğini riske atıyor. Savaşın uzaması, enerji fiyatlarını da yukarı çekerek gübre ve lojistik maliyetlerini artırıyor. Bu da dünya genelinde tarımsal üretim maliyetlerini yükseltiyor. Avrupa’da ise Ukrayna’dan gelen ucuz tahılların AB çiftçileriyle yarattığı rekabet, siyasi gerilimleri tırmandırıyor ve tarımsal protestoları körüklüyor.
Öte yandan Hindistan’ın rekor seviyeye ulaşan pirinç ve buğday stokları, küresel gıda piyasasında dikkat çekiyor. 1,4 milyar nüfuslu ülkede gıda güvenliği öncelikli olsa da, stok fazlası Hindistan’a uluslararası tahıl ticaretinde yeni bir pazarlık gücü kazandırıyor. Eğer bu stoklar ihracata yönlendirilirse, küresel tahıl fiyatlarında kısa vadeli bir rahatlama sağlanabilir. Ancak iç piyasada fiyat istikrarını korumak amacıyla uygulanabilecek ihracat kısıtlamaları (ki bu kısıtlamalar bir süredir uygulanıyor), özellikle Asya ve Afrika’daki ithalatçı ülkeler için yeni riskler yaratabilir. Bana göre ihracat kısıtlamalarını sürdürme ihtimali, ihracatı artırma ihtimalinden daha yüksek görünüyor. Hindistan’ın bu stratejik konumu, gıda piyasalarında “yeni denge unsuru” olarak görülüyor.
Bu gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, küresel tarım ticareti ciddi belirsizliklerle karşı karşıya. Fransa’nın AB tarım ihracatındaki rolünün zayıflaması, Japonya’nın ithalat bağımlılığı nedeniyle fiyat dalgalanmalarını tetiklemesi, Nepal’in niş ürünlerde arz açığı oluşturması, Rusya-Ukrayna savaşının tahıl arzını kırılgan hale getirmesi ve Hindistan’ın tahıl stoklarının küresel dengeleri değiştirmesi, gıda piyasalarını olağanüstü oynak kılıyor.
Buna FED’in faiz indirimi sonrası doların zayıflaması eklenince, özellikle ithalata bağımlı ülkelerde gübre, yem ve enerji maliyetleri yükseliyor.
Doların zayıflaması, ABD dışındaki üreticiler için girdi maliyetlerini (dolar cinsinden olanlar) düşürerek kısa süreli bir rahatlama sağlayabilir, ancak aynı zamanda ihracat gelirlerini de düşürme riski taşır.
İklim krizinin tetiklediği kuraklık, aşırı sıcaklık dalgaları ve sel felaketleri ise bitkisel üretimi doğrudan tehdit ediyor. Zeytin, üzüm, buğday, mısır, kahve ve kakao gibi stratejik ürünlerde verim kayıpları artıyor. Bu da hem ihracatçı ülkelerin gelirlerini hem de ithalatçı ülkelerin gıda güvenliğini baskı altına alıyor. Sonuç olarak, dünya genelinde gıda enflasyonu yeniden tırmanışa geçiyor.
İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü operasyonlar, dünya kamuoyunda derin yarıklar açıyor. Avrupa ülkelerinde artan toplumsal tepkiler yalnızca siyasi değil, ekonomik boyutlarıyla da hissediliyor. Avrupa’daki restoran zincirleri, gıda markaları ve turizm destinasyonları tüketici baskısıyla boykot, protesto ve yön değiştirme eğiliminde. Bu tür boykotların ve tüketici baskısının, “menşe şeffaflığı”, “etik tedarik” ve “sertifikasyon” gibi kavramların önemini daha da artırması muhtemel gözüküyor. Bu durum, gıda tedarik zincirlerinde yeni ayrışmalara yol açabilir.
Bu noktada Avrupalı perakendecilerin, tedarikçilerinin politik duruşunun daha yakından incelenmesi gereklidir. Örneğin, Orta Doğu pazarına yönelik gıda ihracatı yapan firmalar bu siyasi atmosferden zarar görebilirken, alternatif pazarlara yönelmek zorunda kalacak. Aynı şekilde Avrupa’da artan toplumsal gerilim, turizm hareketlerinde de güvenlik kaygılarını artırarak seyahat rotalarını değiştirebilir.
Turizm sektörü de bu gelişmelerden payını alıyor. Avrupa’da artan toplumsal tepkiler, Orta Doğu’daki güvenlik kaygıları ve iklim krizinin yol açtığı ekstrem hava olayları, turistlerin destinasyon tercihlerini değiştiriyor. Tarım ve gastronomi turizmi, güvenli ve sürdürülebilir bölgelerde daha cazip hale gelirken, riskli bölgelerde turizm gelirlerinde düşüş bekleniyor.
Fransa’daki siyasi belirsizlik ve AB’nin tarım politikalarında yaşanabilecek aksamalar, Türkiye için hem fırsatlar hem de riskler doğuruyor. Avrupa’nın şarap, peynir ve tahıl ihracatında yaşayacağı olası kesintiler, Türkiye’nin özellikle zeytinyağı, şarap, kuru meyve ve bakliyat ihracatında pazar payını artırması için alan açabilir. Ancak AB fonlarının zayıflaması, ortak projelerin ve kırsal kalkınma desteklerinin Türkiye’ye yansımalarını da sınırlayabilir. Japonya’da ithalat güvenliğinin sarsılması, Türkiye’nin özellikle fındık, kuru üzüm, incir ve narenciye ihracatında yeni kapılar aralayabilir. Japonya’nın kaliteli ve güvenilir gıdaya yüksek talebi, Türk ürünleri için stratejik bir fırsat oluşturuyor. Ancak Japonya’nın uzun vadede kendi tarımını teknolojiyle güçlendirme çabası, bu avantajın kalıcılığını sınırlayabilir.
Nepal’deki üretim aksaklıkları ise Türkiye’ye dolaylı etkiler yaratacaktır. Çay, baharat ve aromatik bitkilerde yaşanacak arz açığı, Türkiye’nin kekik, adaçayı, defne yaprağı ve Iğdır safranı gibi ürünlerinde talebi artırabilir. Bu, Türk üreticiler için katma değerli bir alan yaratabilir.
Rusya-Ukrayna savaşının uzaması ise Türkiye için hem fırsat hem risk barındırıyor. Karadeniz’deki tahıl koridorunun geleceği Türkiye’nin diplomatik gücünü artırırken, aynı zamanda gıda arz güvenliği açısından kırılganlık yaratıyor. Türkiye, transit ülke rolüyle lojistik gelir elde edebilir; ancak enerji ve gübre maliyetlerindeki artış çiftçinin rekabet gücünü sınırlayabilir.
Hindistan’ın tahıl stok politikası da Türkiye açısından dikkatle izlenmeli. Eğer Hindistan fazla stoklarını piyasaya sürerse, küresel tahıl fiyatları gerileyebilir ve Türkiye’nin ithalat maliyetleri azalabilir. Ancak olası ihracat kısıtlamaları, özellikle buğday ithalatında yeni riskler doğurabilir.
Türkiye ayrıca, küresel gastronomi turizmi trendinde öne çıkma şansına sahip. Avrupa ve Orta Doğu’daki risklerin arttığı bir dönemde, Anadolu’nun zengin mutfak kültürü, agro-turizm potansiyeli ve güvenli destinasyon imajı Türkiye’ye avantaj sağlayabilir.
Türkiye’nin bu dönemde hem üretim hem de ticaret politikalarında “çift yönlü bir strateji” benimsemesi gerekiyor: İklim dostu üretim modelleriyle iç piyasayı güçlendirmek ve aynı anda gıda diplomasisi yoluyla küresel pazarlarda kalıcı bir yer edinmek. Böylece jeopolitik belirsizliklerin ortasında Türkiye, krizi avantaja dönüştürebilir.