Antisosyal şiddet sarmalındaki ‘yeni insan’

Prof. Dr. Uğur BATI

Bugün artık “insandan uzak insan” günümüzün gerçe­ği, laneti ya da lüksü… Bi­lemiyoruz ama vaka bu! Mesela “sosyal medya uzaklı­ğı”! Statista verilerien göre, dün­yada şu anda, sosyal medyada günde en çok zaman harcayan ül­ke, çevrimiçi kullanıcıların her gün ortalama 3 saat 49 dakika sosyal medyada geçirdiği bir du­rum yaşıyoruz.

Türkiye'de nüfu­sun yüzde 80'i sosyal medya ağ­larında çok yoğun vakit geçiriyor. Sadece Instagram'ı 40 milyo­nu aşkın kişi kullanırken, her ay 21 saat de bu sosyal medya plat­formlarında harcanıyor. We Are Social ve Meltwater tarafından hazırlanan Dijital 2025 Türkiye Raporu'na göre, Türkiye'de 77,3 milyon aktif internet kullanıcı­sı bulunuyor.

Bu, nüfusun yüz­de 88,3'üne karşılık gelirken, bu durum Türkiye'de her 10 kişiden 9'unun internete bağlı olduğunu gösteriyor. Kullanıcıların yüzde 46,6'sını kadınlar, yüzde 53,4'ünü ise erkekler oluşturuyor. Kulla­nıcılar, günlük ortalama 7 saat 13 dakikayı internette, her gün orta­lama 2 saat 43 dakikayı ise sosyal medyada geçiriyor. 18 yaş üzeri sosyal medya kullanıcı sayısı 55,9 milyonken, bu, 18 yaş üzeri nüfu­sun yüzde 85,5'inin sosyal medya kullandığını gösteriyor.

Peki bunu böyle yapıyoruz da sonuçları ne? Araştırmalar ne diyor? Sosyal medya araçla­rının hangi yaşta nasıl bir beyin etkisi yarattığı, yetişkin ve ileri yaşlarda sağlıklı ve bilişsel geri­leme yaşayan kişilerdeki olum­lu ya da olumsuz etkileri en çok araştırılan konular arasındadır. Bugün anketler, nöropsikiyatrik testler ve görüntüleme yöntem­leri sıklıkla kullanılıyor bu etki­yi araştırmak için. Prof. Dr. De­met Özbabalık Adapınar’ın Türk Nöroloji Derneği’nin bilgilendir­me portalında kaleme aldığı ma­kaleye göre fonksiyonel MRI adı verilen görüntüleme yöntemle­riyle yapılan çalışmalar, sosyal medya ve internet kullanımının yetişkinlerde bir zihin egzersiz yöntemi olarak görüntülere yan­sıdığını gösterdi. Bununla bera­ber bazı çalışmalar ise sürekli ve farklı alanlarda kullanılan inter­net ile bilişsel performansının bozulduğunu iddia ediyor. Erken ergenlik döneminde sosyal med­ya kullanma alışkanlığının, uzun dönemde beynin nöral duyarlı­lığını değiştirebildiği ve böylece psikolojik uyum mekanizmaları­nın farklılaşabildiği düşünülüyor ya da travma geçirmiş kişilerde, sosyal medya kullanımının reha­bilitasyonun bir parçası olabildi­ği de gösteriliyor.

Sosyal medyaya dayalı etkinin çoğunlukla negatif, bazen pozitif sonuçları listelenebilir. Bu duru­mu insan üstünden felsefi olarak yorumlama istiyoruz.

“Bir insanın aidiyet duygusu onun kutsalıdır ve sadece kendi­sine ait değildir”. Oysa ki her şey daha rahat olabilirdi. Her bebek sevilme ihtiyacı ile doğar ve hiç­bir yaşta bu ihtiyaç geçmez. Sü­rekli sevgi beklentisi içinde ol­mak çok güç ve yıpratıcıdır. Bu istek bizim hâkim olabileceği­miz yahut zamanla eğitebileceği­miz bir istek olmaz. Varlığın özü, âlemleri bir arada tutan güç; ne ise işte onun insandaki tezahü­rüne biz “sevgi” deriz. İnsan, tek olamayan bir varlıktır ve varlı­ğının anlamını ancak onu bilen, gören, dikkate alan başkaları ile duyumsayabilir. Düşmanı da ol­sa bir insanın hayatında birile­rinin var olması, olmamasından yeğdir. Sevgi dediğimiz o genel ihtiyaç, bu temel varoluşsal ihti­yaçtan gelir. Belki zamanla yeri­ne başka şeyler koyarız; bu isteği başka formlara dönüştürebiliriz. Mesela yazarız, sanat üretiriz, beste yaparız, bilimle uğraşırız. Ama bunların hepsi son tahlil­de yine diğer insanlar içindir. Bir başkası olmasaydı, biz hiçbir şey yapmazdık, hiçbir şey üretmez­dik. Bunu derinlemesine düşün­mek lazım…

Olumlu etkisi olan kişileri taklit ediyoruz

Karşısındaki kişilerden olum­lu etki alan insanların ayna nöron işlevlerinin daha etkili olduğu­nu biliyoruz. Kişinin karşısında asık suratla duran ve negatif et­ki aldığı insanların hareketlerin­den daha az etkilendiğini, onların jest ve mimiklerini daha az tek­rar ettiğini ifade etmeliyiz. Bey­nimizin davranışlarımızda oyna­dığı rollere dair bilgilerimiz art­tıkça hem kendimize dair birçok yeni bilgi ediniyor hem de şim­diye kadar kesin olarak bildiği­mizi sandığımız birçok meseleyi tekrar ele almak zorunda kalıyo­ruz. Bunlardan bir tanesi de şid­detin insan tabiatındaki yeri me­selesi. Birçok hayvanın hayatı­nı ve türünü idame ettirmesinde çok önemli bir özellik olan öfke ve şiddet, insanlar açısından her dö­nemde en ciddi sorunların başın­da geliyor. Beynimizin işlevlerine ışık tutan sinirbilimin bu konu­lardaki son bulguları da bizi hem diğer insanlara uygulanan şiddet hem de hukuki suç yaptırımları açısından yeni anlayışlar geliş­tirmeye zorluyor.

Antisosyal beyin

Antisosyal kişilik bozuklu­ğu olarak bilinen davranış ka­lıbı, diğer insanlarla olan ilişki­leri anormalleştiren en yaygın davranış bozukluklarından bi­ri. Bu bozukluğu gösteren kişi­ler, özellikle kendi çıkarları söz konusu olduğunda diğer insan­lara çok acımasızca davranabili­yorlar ve belirgin bir yanlış-doğ­ru algılamasına da genellikle sa­hip değiller. Bu tip davranışlar gösteren insanların beyinleri­nin incelendiği çalışmalar, be­yin yapılarının diğer “normal” insanlardan bazı farklar göster­diğini ortaya koyuyor. Örneğin yakın zamandaki bir çalışmada, beynin orta-ön bölümü (medial frontal girus) ile gözlerin hemen üzerindeki beyin bölgesinin (or­bitofrontal girus) hacminin an­lamlı miktarda daha düşük ol­duğu gösterilmiş durumda. Bu bölgeler, beynin sosyal ilişkiler­deki sınırları değerlendirebil­mesi, diğer insanların duygula­rının anlaşılabilmesi (empati) ve dürtülerin kontrol edilebil­mesi gibi işlevlerden sorumlu. Dolayısıyla, bu bölgelerin küçül­mesi, bu işlevlerin doğru biçim­de yerine getirilememesinden kaynaklanan bu tip sosyal dav­ranış bozukluklarına makul bir açıklama sağlıyor.

Antisosyal kişilik bozukluğu olan insanlar üzerinde yapılan diğer çalışmalarda, başta amig­dala olmak üzere, beynin duygu­lanımları ile ilgili birçok bölge­sinde değişiklikler olduğuna dair raporlar mevcut. (Amigdala, bey­nimizin şakak loblarının içinde yerleşmiş badem biçimli bir böl­ge; adı da Latincede badem de­mek olan amigdala sözcüğünden geliyor.) Böylece bu tip davranış bozukluklarının beyin devrele­ri ile olan ilişkileri hakkında her gün daha fazla şey öğreniyoruz.

Psikopat beyin

Antisosyal kişilik bozukluğu­nun derinleşmiş hali “psikopa­ti” olarak bilinen durumdur. Psi­kopatlar, diğer insanlara yönelik ciddi suçlar işleseler de pişman­lık duymama ve herhangi bir duy­gusal etkilenme yaşamamaları ile şaşırtıcı bir zihin durumu ser­gilerler. Bu kişilerin beyinlerin­de yapılan araştırmalar, özellik­le amigdala çekirdeğinin dış bö­lümünün normal insanlara göre “daha incelmiş” olduğunu göste­riyor. Amigdala, duyguların te­mel kontrol merkezlerinden biri olarak görev yapar ve bu bölgenin iyi çalışmaması hem duyguların kontrol edilememesi hem de di­ğerlerinin duygularını anlaya­mama gibi istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Psikopatlarda sık­lıkla gözlenen suçluluk, pişman­lık veya üzüntü eksikliği, bu bul­gularla yakından örtüşüyor.

Burada bir noktaya dikkat çek­mek lazım; psikopatlar, doğru ve yanlışın “ne demek” olduğunu bi­lişsel olarak gayet iyi anlayabili­yor, sözel testlerde bunların ay­rımını gayet rahat yapabiliyorlar. Fakat kötü bir şey yaptıkların­da kendilerini “kötü” yahut iyi­lik yaptıklarında “iyi” hissetmi­yorlar. Bu duygusal eksiklik, “bil­mek” ve “olmak” arasındaki önemli farka da işaret ediyor.

Şiddet sarmalı

Aile içi şiddet, özellikle geliş­mekte olan toplumlardaki yaygın sorunlardan biri. Eşine, çocuk­larına veya çevrelerindeki düşük güç düzeyindeki diğer insanlara sürekli olarak baskı ve şiddet uy­gulayan birçok insanın beyinleri üzerinde yapılan çalışmalar so­nucunda, bu tip şiddete yatkın ki­şilerde beynin ön bölümünün iyi çalışmadığı görülmüş durumda. Beynin ön bölümü, bizi insan ya­pan dürtü kontrolü, irade, gele­cek planlaması ve üst düzey dü­şünce gibi işlevlere ev sahipliği yapan bir beyin bölümü. İnsan­da, hiçbir hayvanda görülmemiş düzeyde gelişmiş olan bu bölge, özellikle öfke, korku, cinsel dür­tüler, arzular ve iştah gibi temel hayvani itkilerimizi belli düzey­lerde kontrol etme imkânı vere­rek insanı insan yapan beyin böl­gesi olarak anılmayı hak etmekte. Beynimizin bu ön bölgesinin ye­tersiz çalışması yahut bir şekilde hasara uğraması, saldırganlık gü­dülerini kontrol etmeyi zorlaştı­rırken bazen de karşıdaki insan­ların duygularını anlamayı zor­laştırarak bir başka insana şiddet uygulama davranışını önemli öl­çüde kolaylaştırabiliyor.

Peki, ön beyin neden bazı in­sanlarda daha zayıf çalışıyor? Doğuştan gelen genetik bazı fak­törler söz konusu olsa da sorun genellikle gelişim sürecinde ya­tıyor. Özellikle aileleri tarafın­dan şiddete veya ağır ihmale ma­ruz kalmış çocukların ileri yaş­larda genel bir beyinsel gelişim geriliğinin yanı sıra ön beyin iş­levlerinde de belirgin bir azal­ma olduğu, modern görüntüleme yöntemlerinin kullanıldığı ça­lışmalarla gösterilmiş. Yani şid­det veya ihmal altında büyüyen çocuk, ileri dönemlerde şiddet ve ihmal göstermeye daha yat­kın oluyor. Ayrıca bunun tam ter­si de doğru; sevgi ve anlayış dolu bir ortamda yetişen bireyler hem erişkin hayatta strese daha daya­nıklı oluyor hem de kendi çocuk­larına aynı pozitif davranışları gösterme olasılıkları daha yük­sek oluyor.

Bitiriken şunu söyleyelim. İn­san beyninin gelişimi milyon­larca yıl, davranışın, teknoloji­nin gelişimi binlerce yıl. Basit bir mantıkla milyon büyüktür bin­ler! Bunun için beynin gelişimi­ne ve değişebilirliğine dair bugün bildiklerimizin ışığında şunla­rı söylememiz mümkün: Sosyal davranış bozukluklarına yatkın bir beyne sahip olsa da bir çocu­ğun nihai kaderi, “psikopat” ya­hut “suçlu” olmak değildir. Yal­nız olmak da değil, antisosyal de! Uygun yaşam koşulları, doğru motivasyon ve davranış eğitimi teknikleri ile beyinde muazzam değişimler oluşturabilmemizin önünde hiçbir engel yok. Bunu biliyor olmalıyız!


source