Tanınan Filistin, görmezden gelinen katliam
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Filistin’i tanıma açıklaması Avrupa’da tarihi bir kırılma yarattı. Ancak karar, İsrail’i gücendirmeme kaygısıyla gölgede kaldı.
Macron’un “İsrail’in güvenliği” vurgusu öne çıktı, Gazze’deki on binlerce sivil kayıp görmezden gelindi. Bu nedenle Paris’in adımı “tarihi ama eksik cesaretli” olarak nitelendirildi.
Sessizlikle gelen tanıma
İngiltere, Kanada, Avustralya, İspanya, İrlanda ve Norveç de Filistin’i tanıyan ülkeler arasına katıldı. Fakat dikkat çeken nokta, bu açıklamalarda Gazze’deki katliamlara doğrudan bir atıf yapılmamasıydı.
Diplomatik dil, insani gerçekliğin önüne geçti.
Diplomasi ve hukuk
Latin Amerika’da Şili ve Brezilya yıllar önce Filistin’i tanımış, kararlarını insani gerekçelerle savunmuştu.
Güney Afrika ise Uluslararası Adalet Divanı’na yaptığı “soykırım” başvurusuyla farklı bir yol açtı. Böylece yalnızca diplomatik değil, hukuki ve insani sorumluluk temelinde de bir duruş sergilendi.
Ancak ABD’nin desteği sürdükçe, AB’nin adımları sembolik kaldıkça ve bölge ülkeleri çıkar hesaplarıyla sessiz kaldıkça, ne diplomasi ne hukuk Netanyahu’yu durdurabilecek gibi görünüyor.
Türkiye’nin net mesajı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda diğer liderlerin kaçındığı ifadeleri kullandı:
“Gazze’de bir savaş yoktur, bu bir toplu kıyım politikasıdır. Gazze’de soykırım yapılıyor.”
Erdoğan, konuşmasında rakamlarla tabloyu ortaya koydu: 65 bini aşkın sivilin hayatını kaybettiğini, 20 binden fazla çocuğun öldüğünü, binlerce insanın açlık ve ilaçsızlıktan yaşamını yitirdiğini söyledi.
“Gazze’de masum çocukların elleri, kolları koparılırken susmak insanlığın dip noktasıdır” ifadeleriyle yalnızca tanıma çağrısı yapmakla kalmadı; İsrail’in uluslararası hukuk önünde hesap vermesi gerektiğini de belirtti.
Yarım adımlar
Filistin’i tanıyan ülkelerin açıklamalarında ortak bir eksiklik vardı. Katliamların adı konmadı. 20 yıldır 140 ülke Filistin’i tanıyor, fakat bu süreçte İsrail Gazze ve Batı Şeria’da üç büyük saldırı gerçekleştirdi, yüzbinlerce kişiyi yerinden etti.
Yeni tanımalar da çoğunlukla “silahsızlandırılmış ve İsrail’e bağımlı” bir Filistin şartıyla yapılıyor. Bu tablo, bağımsız ve egemen bir Filistin’in doğuşunu değil, Abbas yönetimiyle sınırlı, denetimli bir yapıyı işaret ediyor.
Tanımanın sınırı
BM’nin 80. Genel Kurulu itibarıyla Filistin’i tanıyan ülke sayısı 157’ye ulaştı. Vatikan da bu ülkeler arasında.
Ancak hâlâ cevapsız kalan soru “Filistin’in sınırları neresi?” Tanıma uluslararası meşruiyeti güçlendiriyor, fakat barışın, soykırımların ve işgallerin sona ereceğinin garantisini vermiyor.
Eğer devletler katliamların sorumlularına karşı net tavır almazsa, tanımalar sembolik kalacak. Uluslararası toplum bu illüzyonu kırar ve hukuki-siyasi baskıyı artırırsa, Ortadoğu’da gerçek bir yeni sayfa açılabilecek.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un sözleri hâlâ hafızalarda:
“Batı, tanıyacak bir Filistin kalmayana dek tanımayı geciktiriyor.”
source