Bir Vizyon Savunusu olarak yazmak amacıyla değil;
Türk milletinin istikbâl ve istiklal yürüyüşüne hizmette yol başını çekenlere katkı sunmak arzusu ile kelâm kaleme değsin ve başlasın yolculuğumuz.
Türkiye, tarihsel olarak zengin bir siyasi düşünce yelpazesine sahip olsa da son on yıllarda bu çeşitlilik sık sık çıkmaza dönüşüyor: sağ–sol kutuplaşması, kimlik siyaseti ve kısa vadeli popülist refleksler hem gündelik yaşamı hem de devlet yönetimini yıpratıyor. Bu çıkmazların ortak paydası, derin meseleleri kolektif akıl ve uzun vadeli stratejiyle değil; anlık hesaplarla, kutuplaştırıcı söylemlerle ve kurumsal zaaflarla çözme eğilimidir.
Sonuç, güvenin azaldığı, aidiyetlerin keskinleştiği ve politikaların süreklilikten çok dalgalanmaya dayalı olduğu bir kamu alanıdır.İşte tam bu noktada Ülkücü dünya görüşünün tarihsel bir iddiası vardır: millet olma iradesinin, tarih ve kültür bilincinin, disiplinli örgütlenmenin ve sosyal dayanışmanın hem toplumsal hem de devlet seviyesinde güçlü bir yapı kurabileceği düşüncesi.
Ülkücü perspektif, bir taraftan milli hassasiyetleri ve devletin bekasını öne çıkarırken; diğer taraftan toplum içinde birlik ve ahenk sağlanmadan kalıcı refahın mümkün olmayacağını savunur.
Bu bakış; sadece bir siyasi rekabet stratejisi değil, bir medeniyet belleği üzerine kurulan siyaset telakkisidir, elbet eksikleri olabilir, ama Türkiye’nin kronikleşen bölünmelerine karşı tarihsel bir çare önerir.
Devlet Bahçeli ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bu bakışın son çeyrek asırdaki en görünür temsilcilerinden biri oldu. Devlet Bahçeli, MHP genel başkanlığını 1997’den bu yana sürdürüyor ve Türk siyasetinde “koalisyonları, ittifakları ve dengeleri belirleme” noktasında belirleyici bir aktör olarak tanımlanıyor. 1999’da MHP’nin parlamentoya güçlü dönüşü ve ardından kurulan koalisyonda Bahçeli’nin üstlendiği roller, onun devlet pratiğine müdahil olma tarzının erken örneklerindendi. 2010’ların ikinci yarısında MHP’nin izlediği stratejik tercihler, Türkiye’nin kurumlar ve anayasal düzen üzerine bakışını da etkiledi. MHP’nin 2017 anayasa değişikliği kampanyasına verdiği destek ve 2018’de AK Parti ile kurulan “Cumhur İttifakı” gibi siyasi düzenlemeler, yalnızca bir seçim manevrası değildi; siyasi rekabeti ve mevzi kazanımlarını aşan, sistemin çehresini değiştiren hamlelerdi. Bu yönelim, hem kamu yönetiminde bir dönemin kapısını araladı hem de siyaset sahnesinde yeni dengeler yarattı. MHP’nin bu sürece katkısı, partiyi “muhafazakâr-milliyetçi” bir çatı olarak güçlendirirken, devlet politikasında giderek daha merkezi bir rol oynamasına yol açtı. Bahçeli’nin Türkiye siyasetindeki etkisi yalnızca seçim manevralarıyla sınırlı değil; stratejik güvenlik, çözüm süreçleri ve kamusal düzen meselelerinde de ağırlığı hissedildi.
Uluslararası yorumlar ve analizler, Bahçeli’nin hem “sertlik” hem de gerektiğinde “müzakere” hattında belirleyici olabildiğini; devletin bekası ve terörle mücadele meselelerinde siyasetin yönünü etkilediğini not ediyor. Bazı gözlemler, Bahçeli’nin konjonktüre göre hem baskı hem uzlaşma kartını kullanarak politikayı şekillendirdiğini gösteriyor.
Derinlemesine bakıldığında şu tespitler yapılabilir: birincisi, ideolojik çıkmazların çoğu kısa vadeli kazançlar uğruna kurumları zayıflatmaktan kaynaklanıyor. İkincisi, milliyetçi ve ülkücü çizginin sunduğu en somut katkı, devlet politikalarının sürekliliğini ve güvenlik perspektifini ön plana çıkarma kapasitesi — ama bu katkı, demokratik denetim ve hukukun üstünlüğü içinde kurgulanmadıkça sınırlı kalır. Üçüncüsü, milliyetçilik tek başına ekonomik adaleti ve sosyal dayanışmayı tesis edemez; bunun için sosyal politikalar, eğitim reformları ve kapsayıcı anlatılar gerekir.
O halde çözüm önerisi net: Ülkücü dünya görüşü, yıpranan siyasi alan için kazandırıcı olabilir fakat bunu yaparken iki temel dönüşümü benimsemelidir. Bir: millî birlik ve güvenlik hassasiyeti, hukukun üstünlüğü ve kurumların güçlendirilmesiyle bağdaştırılmalı; iki: sosyal adalet, yerel kalkınma ve üretim odaklı politikalarla somutlaştırılmalıdır. Bu iki eksen birleştiğinde, “milli” söylem yalnızca sembolik kalmaz; vatandaşın günlük hayatında hissedeceği maddi iyileşmeye dönüşür.
Türkiye’nin ideolojik çıkmazları, romantik nostaljilerle ya da düşmanlaştırıcı retoriklerle çözülemez. Gerçekçi, köklerine saygılı ama geleceğe dönük bir siyaset gerekiyor. Ülkücü dünya görüşü, eğer tarih bilincini demokratik kurumlarla, millî hassasiyeti sosyal dayanışmayla birleştirebilirse; hem toplumsal uzlaşının hem de devletin bekasının teminatı olabilir. Devlet Bahçeli ve MHP, son çeyrek asırda bu hattı siyaseten şekillendiren isim ve yapı oldular; bundan sonraki görev, bu mirası daha kapsayıcı, hukuka ve liyakata dayalı bir vizyona dönüştürmektir. Böyle bir dönüşüm, Türkiye’yi ideolojik çıkmazlardan çıkaracak yegâne yoldur.
BAŞYAZI
Az önceUNCATEGORİZED
Az önceGENEL
Az önceGENEL
1 dakika önceSUDE NAZ GÜLHAN
1 saat önceSELİN MERİÇ ÜNAL
2 saat önceDR.BAYRAM ŞAHİN
3 saat önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.