Bozkırın Yankısı : Enver Paşa ve Türk Devletleri Teşkilatı
Kafkaslardan Fergana’ya: Enver Paşa ve Türk Dünyasının Dirilişi
Kimi insanlar vardır, çağlarının ötesinde yürürler; tarihin onlara biçtiği elbise dar gelir, adımlarını kesemez. Enver Paşa, bu toprakların böyle bir evlâdıydı. Onun gözünde millet, sınırlarla değil, kalplerle çizilmiş bir haritaydı. Osmanlı’nın gölgesi ardında, o hâlâ doğuya, ışığın yükseldiği yere, Orhun’un yankılandığı bozkırlara bakıyordu. Çünkü orada, unutulmuş kardeşlerin, susturulmuş dillerin, küllenmiş umutların sesi vardı. Enver Paşa’nın kalbinde “Turan” kelimesi, bir siyaset değil, bir dua gibiydi; toprağın altına düşen her yiğidin kanıyla yeniden söylenen bir dua.
1918’de Kafkasların sisli ufuklarında bu duanın ilk yankısı duyuldu.
Kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu, Azerbaycan topraklarına adım attığında, silah seslerinden önce bir inanç taşıdı. Kardeşliğin, dayanışmanın, aynı kökten gelen halkların yeniden dirilişinin inancı. Bakü’nün kurtuluşu yalnızca bir askerî zafer değil, iki kardeşin, iki idealin buluşmasıydı. Nuri Paşa silahıyla, Enver Paşa hayaliyle aynı hedefe yürümüştü. O gün Kafkas dağlarında dalgalanan sancak, yalnızca Azerbaycan’ın değil, bütün Türk coğrafyasının yüreğinde bir kıvılcım yaktı.
O kıvılcım, yıllar geçse de sönmedi; çünkü o ateşin kaynağı ne hırs ne iktidardı, o ateş bir milletin iç sesiydi.
Tarih, yeryüzünde hiçbir ideali kolay taşımadı.
Osmanlı sükût etmiş, Anadolu işgal altında, Türk milleti yorgun…
Enver Paşa bu karanlık ortamda başka bir ışığa yöneldi. Orta Asya’ya, kadim Türk yurduna, Buhara’ya, Fergana’ya, Hive’ye. O topraklarda yeni bir düzen kuruluyor, halkın inancı zincirleniyordu. Sovyet devriminin demir eli, bozkırın dilini susturmaya çalışıyordu.
Fakat halk susmadı; “Basmacı” diye anılan yiğitler, dağlarda özgürlük için kılıç sallıyorlar, geçmişin sesini korumaya çalışıyordu.
Basmacılar, yalnızca bir silahlı direniş grubu değil, esareti kabul etmeyen onurlu insanlardan oluşan bir gruptu. Türkistan’ın kalbinde, Fergana’dan Hokand’a, Buhara’dan Semerkand’a kadar uzanan o topraklarda halk, özgürlüğün adıyla birlikte Enver Paşa’nın ismini anıyordu.
O, oraya bir kumandan olarak değil, bir kardeş, bir kurtuluş inancı olarak gitti. Çarlık sonrası Sovyet baskısına karşı direnen halkın yüreğinde, Enver Paşa’nın gelişi bir umut meşalesiydi; onun yanında savaşanlar için Turan artık yalnızca bir hayal değil, kurtuluşun başka bir adı olmuştu.
Basmacı Hareketi, bir cephe değil, bir kaderdi.
Her kasaba, her vadi kendi mücadelesini verirken, bu direnişin ruhu halkın dualarında, ninnilerinde, destanlarında yaşamaya başladı. Enver Paşa, Türkistan’ın tozlu yollarında hayatını kaybettiğinde, aslında o topraklara gömülmedi o topraklarla bir bütün oldu.
Bu yüzden, yıllar geçse de,
Orta Asya’nın çocukları Enver ismini taşırken bir tarihi değil, bir inancı miras alırlar.
Bugün hâlâ Buhara’da, Taşkent’te, Fergana’da, Semerkand’da; Azerbaycan’ın dağ köylerinde, Doğu Türkistan’ın vadilerinde, Kırgız yaylalarında “Enver” adı yankılanır.
Çünkü bu isim, yalnızca bir insanı değil, bir direnişin sesini, bir sembolü taşır. Basmacıların torunları, bugün o adla çocuklarını çağırırken, geçmişin hürriyet duasını geleceğe fısıldarlar. “Enver” artık bir isim değil, bağımsızlık için ayağa kalkan bir milletin kalbinde atan bir sözdür. Belki de bu yüzden, Turan coğrafyasının rüzgârı hangi yöne eserse essin, bir yerlerde hep Enver Paşa’nın hatırası gezinir. O hatıra, sükût etmiş imparatorlukların değil, yeniden doğan kardeşliğin sembolüdür.
Çünkü bazı isimler tarihin sayfalarına yazılmaz;
toprağın, halkın, coğrafyanın ve çocukların kalbine kazınır.
Yine de kader, büyük idealleri çoğu zaman kılıçtan geçirir. Enver Paşa, bütün dağınık kuvvetleri birleştirmeye çalıştı, fakat her bölgenin kendi rüzgârı, kendi hesabı vardı. Yalnız kaldı ancak geri dönmedi. Çünkü o artık geri dönülecek bir ülke değil, uğruna ölünmeye değer bir ülkü seçmişti. 1922’nin sıcak bir yaz sabahında, Belcivan bozkırlarında şehit düştüğünde, onun ardından rüzgâr bile bir an susmuştu. Toprak, bir asker değil, bir inancı bağrına aldı. O gün Orta Asya’nın göğü biraz daha maviye dönmüştü belki zira bir milletin hayaliyle ölenler, bulutların üstünde dahi iz bırakırlar.
Enver Paşa’nın şehadeti bir son değil, bir yankıydı.
O yankı, yıllar sonra yeniden duyuldu: Azerbaycan bağımsızlığını kazandığında, Orta Asya Türk cumhuriyetleri bir bir doğduğunda, kardeş halklar aynı masaya oturduğunda.
Bugün Türk Devletleri Teşkilatı, o eski rüyanın diplomatik biçimidir; silah yerine fikir, savaş yerine iş birliği taşıyan yeni bir Turan iklimi. Enver Paşa’nın ideali artık at üstünde değil, kalemle, fikirle, kültürle taşınıyor. O’nun hayal ettiği birliğin ruhu, artık halkların gönlünde, dillerin benzerliğinde, bu coğrafyanın çocuklarının sevinçleri ve gülüşlerinin aynı anda yükseldiği ufukta yaşıyor.
Tarih, bazı idealleri mezar taşlarının soğukluğuna gömemez; filhakika o idealler toprakta değil, insanların hafızasında yaşarlar.
Enver Paşa’nın adı, yıllar boyunca yalnız bir hatıra değil, bir yankı olarak dolaştı bozkırlarda. O’nun “Turan” diye andığı kavram, zamanla bir imparatorluk ülküsünden çıkarak kültürel bir birlik, dilde ve gönülde buluşan bir kardeşlik anlamına dönüştü.
O kardeşlik duygusu, bugün Türk Devletleri Teşkilatı adıyla yeniden vücut buldu.
Bu teşkilat, bir zamanlar Enver Paşa’nın hayalini kurduğu coğrafyanın kalbinde filizlenmiştir.
Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve onların yanı sıra Türk dünyasının sesi olan Türkmeneli, Karabağ, Altay, Nahçıvan, Kırım ve daha nice yer… Artık yalnızca haritada birbirine bakan ülkeler değil, aynı dili konuşan, aynı geçmişi taşıyan, geleceğe aynı duayla bakan halklardır. Enver Paşa’nın hayalindeki atlı birliklerin yerini şimdi diplomasi masaları, ekonomik iş birlikleri, kültürel ortak projeler aldı; fakat bu değişim ruhu değil, sadece yöntemi dönüştürdü. O’nun ideali artık barut kokusuyla değil, akademik buluşmaların, kültür festivallerinin, ortak müfredatların ve ekonomik koridorların diliyle konuşuyor.
Bugün Türk Devletleri Teşkilatı’nın attığı her adım ticaret yollarından, ortak alfabe çalışmalarına, ortak para çalışmalarından, gençlik değişim programlarına kadar o rüyanın modern bir yankısıdır. Enver Paşa, belki bir savaşın kumandanıydı ancak bugün, onun adıyla anılan birlik fikri barışın kumandanlığına dönüşmüştür.
Silahların sustuğu, kelimelerin konuştuğu bir çağda, Turan artık fethedilen bir ülke değil de, kültürle kurulan bir medeniyet bağıdır.
Enver Paşa’nın Orta Asya’da yitirdiği can, bir imparatorluğun çöküşünden değil, birliğin doğuşuna olan inancından doğmuştur. Bugün o inanç, Türk dünyasının başkentlerinde yankılanan ortak bildirilerde, öğrencilerin aynı kelimeleri öğrenmesinde, ozanların aynı ezgiyi çalmasında yaşamaktadır.
O, belki o gün göremediği bir geleceği kucaklamak için yola çıktı ama o geleceğin tohumları şimdi yeşeriyor. Enver Paşa’nın “Turan” dediği şey, bugün yalnızca bir tarihsel ülkü değil, bağımsız Türk devletlerinin yavaş ama emin adımlarla ördüğü bir dayanışma ağı olmuştur.
Belki de zamanın adaletidir bu: O bir asır önce rüzgârla konuştu, bugün o rüzgâr yeniden Türk yurtlarının semalarında dolaşıyor. Bir milletin rüyası, bir askerin duasıyla başlamıştı, şimdi o dua, devletlerin kararlılığına, halkların ortak vicdanına dönüşmüştür.
Turan, artık bir efsane değil, Enver’in bıraktığı yerden devam eden bir hikâyedir.