AV. DR. UMUT METİN – Türkiye Arabulucular ve Arabuluculuk Merkezleri Sözcüsü
Anayasa arayışında iken eksiğimiz, gerçekten iyi kuralların yokluğu mu yoksa var olan iyi kurallara uyulmaması mı?
Ülkemizdeki şirketlerin büyük çoğunluğu aile şirketidir. Başarılı iş modelleriyle yıllarca iyi yönetilen, başarısıyla ülkemiz ve hatta ötesinde güçlü ticari seviyeye ulaşan şirketlerimiz, diğer taraftan çoğu zaman aile içi anlaşmazlıklardan olumsuz olarak nasiplenebiliyor. Bu durumun nedenlerinden biri de aile içi anlaşmazlıkların ortaya çıkması halinde en azından ilk yapılacaklar konusunda aile fertlerini bağlayan bir koruyucu hukuki düzenlemenin bulunmamasıdır.
Ülkemiz aile şirketlerinde işleyiş, çok zaman adı yazılı olarak konulmayan sessiz bir mutabakata dayanır. Bu mutabakat bazen yazı olmayan kurallar bazen de iş bölümü ile kendini gösteriyor. Gelişen yaşam içinde; sözlü geleneği elbette korumak, buna ek olarak bu kültürü yazılı düzenle desteklemek gerekiyor.
Yazılılık, sürdürülebilirlik açısından da ihtiyaçtır. Aile şirketlerinde yaşanan sorunlara çözüm üretilmesinde engellerden biri, taraflar arasında yazılı bir pay sahipleri (ortaklar) sözleşmesinin bulunmamasıdır. Şirketteki kararlar “aile büyüğü ne derse o olur” şeklinde alınıyor olabilir. Aslında bu durum belki bugün için faydalı da olabilir. Lakin bu işleyiş, şirketin kurumsallaşmasına engel olabilir. Sebebi kurallar ve prensipler ile oluşturulmuş bir çerçevenin bulunmamasıdır. Kararları her daim elbette insanlar verir. Ancak insanların, bireysel olarak sürpriz ve birbiriyle çelişkili kararları yerine; bir diğeri ile mantık uyumu olan kararlarına erişmek için şirkette kurallar ve prensipler manzumesi yaratması bir ihtiyaçtır. Kişiden kuruma geçiş için kişilerin tabi olduğu ilkeler ve prensipler manzumesi bir ihtiyaçtır. Özellikle “ne derse o olan” aile büyüğünün kaybı halini düşünmek, ardından geride kalacak pay sahiplerinin şirkette güç kavgasına meydan verecek duruma izin vermemek, üzerinde bugünden düşünülmesi gereken meselelerdir.
Aile şirketlerinde hisse devirlerine ilişkin hukuki düzenlemelerin yapılmamasından ötürü de zaman zaman sorunlar ortaya çıkabilir. Şirketin yabancılaşmasını önlemeye yönelik düzenlemelerin olmaması aile şirketlerinde risk yaratabilir. Benzer sonuç boşanma veya vefat (miras aktarımları) hallerinde ortaya çıkabilmektedir. Haliyle de pay sahiplerindeki istenmeyen değişiklikler uzun vadede ciddi sorunlara, hatta karar almada kilitlenmelerin yaşanması neden olabilir. Söz gelimi bir aile şirketinin kurucusu, kızına ait şirketteki payların, boşanma sonucu mal rejimi kuralları uyarınca damadına kalabileceğini ancak boşanma sürecinde fark edebilmektedir. Ya da kardeşlerin ortak olduğu bir şirkette, kardeşlerden birinin vefatı sonucu şirkete hiç uğramamış, sektörü bilmeyen mirasçıların bir anda şirkette konumlanması mümkün olabilmektedir. Bu durum şirketlerde öteden beri kabul edilen ortak yerine; tanınmayan ve keza ticaret hayatı bilgisi olmayan kişilerle zorunlu bir muhataplık sonucu yaratabilmektedir.
Oysaki, bu türden durumların önüne geçmek, şirketler hukukunun sunduğu çeşitli araçlarla mümkündür. Aile Anayasası ile payların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi yönünde pay devir kısıtlamaları, sözleşme ihlaline karşı cezai şart düzenlemesi, öncelikli alım-önalım hakları, aile anayasası ile şirket ana sözleşmesi arasında kanunun izin verdiği ölçüde uyum, pay devri olasılığında devir koşulları ve bedel belirleme yöntemi, esas sözleşmede yer alamayan prensip ve kuralların kaleme alınması, şirket organlarındaki işleyişi destekleyecek rehber işlevi görebilecek düzenlemeler ve arabuluculuk gibi faydalı kurumların aile içi ve aile şirketindeki sorunların mevcut ve gelecek sorunlarının çözümünde etkin kullanımı planlanabilir.
Aile şirketlerinde, çocuklarının okuyacakları okullar, yönetici aile üyelerinin kullandıkları araçlar, aile üyelerinin konutları/ yaşam standartları dahi çatışma nedenleri olabilir. İşte bu tür meseleleri, tekrar konuşulması gereken alandan çıkarmak duygusal çatışmaları önleyebilmek aile anayasası ile mümkündür.
Anayasa nasıl ki toplumsal bir sözleşme ise aile anayasası da aile için geçerli ve şirketi de kapsayan metindir. Bu haliyle şirket içi düzeni ve aile içi huzuru destekler. Keza ailenin sahiplendiği kültüre tam uyum, bu tür metinlerle desteklenebilir. İşte bu noktada anayasalar, işletmeye ‘kurumsal bağışıklık’ ve olası sorunlara karşı direnç kazandırır.
Şüphesiz aile anayasası, sihirli bir değnek değildir. Yani anayasa varsa sorun yoktur denilemez. Bununla birlikte; sorunlar karşısında izlenecek yolları somutlaştırmış, hukuki yaptırımları iyi planlanmış, uygulamada ‘dilek ve temenniler’ olarak görülebilenler ötesindeki aile anayasaları; yıllarca sürebilecek uyuşmazlıkların, aile içi kırgınlıkların önüne geçerek ve aile şirketlerin devamlılığını destekleyebilir.
Sonuç olarak başlangıçta sorduğumuz “Sorun gerçekten iyi kuralların yokluğu mu yoksa var olan kurallara uyulmaması mı” sorusuna yanıt vermek gerekirse, düzen istenilen her yerde ve her türlü yönetim anlayışında hem yazılı kurallara hem de var olan kurallara uyma konusunda bir disipline ihtiyaç bulunmaktadır. Bu durum aile şirketleri açısından da geçerlidir.