Kaybolmuş bir İstanbul’un peşinde - Ötüken Haber
DOLAR 41,2947 0,26%
EURO 48,4511 0,46%
ALTIN 4.855,500,57
BITCOIN %
Ankara
21°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Kaybolmuş bir İstanbul’un peşinde

Kaybolmuş bir İstanbul’un peşinde

ABONE OL
Eylül 12, 2025 05:39
Kaybolmuş bir İstanbul’un peşinde
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İPEK SU

İstanbul’un artık sadece eski fo­toğraflarda, anılarda ve yarım kalmış şarkı sözlerinde yaşayan bir zamanı vardı: 1990’lar. Beyoğ­lu’nun kaldırımlarının henüz ses geçirmez duvarlarla boğulmadı­ğı, hayallerin hâlâ sokaklara sığa­bildiği, sabahın ilk ışıklarında tost kokusuyla karışan umutların za­manı… Gazeteci ve müzik yazarı Mehmet Tez, ilk romanı “Leopar Selim’in Son Günü” ile bizi işte o döneme hem tanıdık hem de artık erişilemez olmuş bir İstanbul’un kalbine davet ediyor.

Doğan Kitap tarafından yayım­lanan roman, ilk bakışta bir kay­boluş hikâyesi gibi okunabilir: Le­opar desenli gömleğiyle sahneler­de iz bırakmış bir rock yıldızının, Selim’in, esrarengiz şekilde orta­dan kayboluşu ve geride kalan kı­rık dökük izler… Ancak Tez’in an­latmak istediği hikâye bundan çok daha fazlası. Bu bir dönemin ana­tomisi, bir neslin ruh hâli, bir şe­hirle kurulan duygusal bağın za­manla çözülüşü.

Kayıp bir adamın izini sürme

Romanın ana ekseni, Selim’in kayboluşunun ardından geriye ka­lan defterler, kasetler ve bitmemiş cümlelerle şekilleniyor. Ancak bu iz sürme, polisiye merakından çok bir belleğin izini sürmeye benzi­yor. Mehmet Tez, geçmişin tozlu raflarını karıştırırken aslında sa­dece Selim’i değil, 90’ların Beyoğ­lu’sunu, oradaki gençliği, sokakla­rı, barları, müzikleri ve dostlukla­rı da arıyor. Roman boyunca okur, İstanbul’un yavaş yavaş değişen, dönüşen ve sonunda tanınmaz hâ­le gelen yüzüne tanıklık ediyor. Bu yüz, yalnızca mekânsal bir değişi­mi değil; aynı zamanda duygusal bir çözülmeyi, kolektif hafızadaki boşlukları da işaret ediyor. Bu an­lamda kitap, sadece bir rock yıldı­zının kaybı değil; şehirle, gençlik­le, hayalle kurulan bağın da yavaş yavaş çözülmesinin hikâyesi.

Mehmet Tez, müzik dünyasını yakından tanıyan bir isim. Yıllarca birçok önde gelen gazete ve dergi­de müzik yazarlığı yaptı. Tez’in bu birikimi, romanın atmosferine de net biçimde yansıyor. Müzik yal­nızca fonda çalan bir unsur değil, karakterlerin hayatına yön veren bir damar olarak yer alıyor. Bar­ların loş ışığında yankılanan şar­kılar, kaset kapaklarına sıkışmış duygular, sahnede yarım kalan performanslar… Hepsi, romanda hem içerik hem de anlatım olarak güçlü bir yer tutuyor.

Bir ağıt, ama sessiz değil

Her ne kadar roman, adeta bir ağıt gibi dursa da bu sessiz bir yas değil. Aksine, romanın sayfala­rında, 90’ların bütün o gürültü­sü, enerjisi, dağınıklığı, hayal kı­rıklıkları ve inadı capcanlı. Dost­luklar, bazen bir gece boyunca süren sohbetlerde, bazen de bir­likte geçirilen sessiz anlarda ken­dini gösteriyor. Direnişler, siyasi olmaktan çok duygusal; sistemin dayattığı unutuş karşısında hatır­lamaya yönelik bir çaba…

Bu anlamda “Leopar Selim’in Son Günü”, geçmişe takılıp kal­madan geçmişle yüzleşen bir ro­man. Ne nostaljiye kapılıyor ne de geçmişi romantize ediyor. Tam aksine, eksik kalan hikâyelerin, söylenmemiş sözlerin ve arkada bırakılanların içimizi nasıl kemir­diğini gösteriyor.

Bu roman, hatırlamak isteyen­lere yazılmış. Kalabalıklar içinde yalnızlaşanlara, artık adı anılma­yan bar köşelerinde bir zamanlar var olan dostlukları hatırlayanla­ra… Müziği sadece dinlemeyen, ya­şayanlara. Ve elbette, İstanbul’un artık geri dönmesi mümkün olma­yan bir yüzünü özleyen herkese.

source

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

300x250r
300x250r