Geçmişte Rusya ile savunma; S-400, nükleer enerji; Akkuyu Projesi gibi önemli tercihlerde bulunan Türkiye bu görüşmeden sonra rotayı ABD’nin F-35, F-16 savaş uçaklarına, Boeing’e ve içi ileride doldurulacak olan Stratejik Sivil Nükleer İşbirliği Mutabakatına kırdı.
Rusya’nın da Türkiye’de Akkuyu ve Sinop’tan sonra, farklı bölgelere 50 megawattlık küçük nükleer santraller kurma önerisi vardı.
Jeopolitik kimliğini ve yönünü belirlemede bölgesel risk ve tehditlerin, Suriye savaşının, Rusya-Ukrayna Savaşının, Karabağ’ın alınmasının, Arap Baharı’nın ve bölgedeki güç mücadelelerinin de etkisiyle güçlükler ve sınamalar yaşayan Türkiye, ABD ile yeni bir sürece kapı araladı.
Bu süreç, barındırdığı ticari, ekonomik, askeri potansiyellerinin yanı sıra yeni bir jeopolitik kimliğe, tercihe, duruşa ve yönelime de işaret ediyor.
24 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesi, Suriye İdlib’de 34 Türk askerinin Rusya ve Suriye savaş uçaklarının saldırısıyla şehit edilmesi, S-400 bahanesiyle Amerikan CAATSA yaptırımları, Rahip Brunson krizi, 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’nin Suriye’de düzenlediği sınır ötesi harekâtlar, ABD-Suriye hattında yapılan ikili mutabakatlar, hava sahası krizleri, ABD’nin terör örgütü YPG’ye Suriye’de sağladığı destek, ABD’nin Yunanistan’da yeni askeri üsler tesis etmesi… liste uzatılabilir; bunların tümü Türkiye’nin jeopolitik tercihlerinde sınamalarla karşı karşıya kalmasına yol açtı.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları üzerindeki mücadele, komşu Yunanistan’a NATO üyesi ülkelerin verdiği askeri destek ve önemli bir NATO üyesi olan Türkiye’nin müttefikleri karşısında yalnız kalmasına, biraz da zorunluluktan Rusya’ya yönelmesine yol açtı. Ülkemizin iç kamuoyunda, Türkiye’nin 73 yıllık NATO üyeliğini sona erdirmesi dahi tartışıldı.
Ancak şimdi Türkiye jeopolitik kimliğini netleştirecek önemli adımlar atıyor. Bu arada İsrail’in Gazze’de uyguladığı katliam ve ABD ile yakın ilişkileri yeni sınamalara yol açabilir ancak burada uluslararası kamuoyu da Filistin’in haklı davasında daha net bir duruş sergiliyor.
Türkiye’nin iç cephesini güçlendirme çalışmaları, Terörsüz Türkiye Süreci, jeopolitik kimliği ile ilgili yürüttüğü çalışmaları destekleyecek nitelikte. Burada ABD’nin, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG/SDG’ye verdiği destek önemli bir sorun başlığı olarak iki ülke arasında durmaya devam ediyor.
Kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeninde Türkiye yerini alabilmek için yoğun çaba harcamak, ekonomisindeki ve demokrasisindeki sorunları gidermek, iç cephesini güçlendirmek, askeri olarak güçlü olmak ve komşularıyla ittifaklarını geliştirmek zorunda. Bölgesel bir aktör olan Türkiye’nin küresel aktörlerle ilişkilerini de bu yeni jeopolitik tercihlerine bağlı olarak geliştirmesi gerekiyor.
Trump bir tüccar ve ülkesini de bir tüccar gibi yönetiyor. Trump’ın, “Harika bir görüşmeydi” sözünü önemsemek ama geçmişte yaşadığı savrulmaları ve gelgitleri de unutmamak gerekiyor. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan gerçekçi bir şekilde, “Trump’ın birinci ve ikinci döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinde farklı bir süreci yaşıyoruz. F-35, F-16 ve Halkbank konusunu bugün etraflıca görüşeceğiz” dedi. “Cumhurbaşkanı Erdoğan çok çetin ve ülkesinde iyi işler yapıyor” diyen Trump ise, “F-35 konusunu görüşeceğiz. Bence başarılı olacağız. F-35’leri görmek istiyorsunuz. Çok ciddi şekilde konuşuyoruz. Önemli konular var, bunlar da görüşülecek. İyi bir toplantı gerçekleştirirsek CAATSA yaptırımlarını hemen kaldırabiliriz” ifadelerini kullandı.
Rahip Brunson olayını hatırlatan Trump, istediğini alamayınca neler yapabileceğine ilişkin potansiyelini o zamanki tehditleri ile göstermişti. Burada bir isteme-verme ilişkisi olup olmadığını zaman gösterecek.
Bu ziyaretin en somut çıktısı, Türkiye ile ABD arasında Stratejik Sivil Nükleer İşbirliği Mutabakat Zaptının imzalanması ve THY’nin 2029-2034 yılları arasında teslim alınmak üzere Boeing firmasından 50 adet kesin sipariş ve 25 adet opsiyonlu toplam 75 adet B787-9 ve B787-10 uçağının satın alınması oldu. Diğer meselelerde görüşmeler ve müzakereler devam edecek.
Önümüzdeki süreçte iki ülke arasındaki ilişkilerde temel bir sorun alanı oluşturabilecek bir YPG/SDG konusu var.
ABD’nin Doğal Kararlılık Harekatı (Operation Inherent Resolve) raporları dikkate alındığında, DEAŞ ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu Misyonu çerçevesinde, Suriye’deki varlığı ile terör örgütüne desteğe meşruiyet ve kalıcılık kazandırmak isteyen ABD’nin ESSA (Doğu Suriye Güvenlik Alanı) kavramıyla belirlenen sınırlar içerisinde kalan ve örgüt için hayati önem taşıyan petrol sahalarının güvenliğinin sağlanmasını önceliğine aldığı, askeri termonolojideki ESSA’nın kullanım süresinin operasyonun süresi ile sınırlı tutulmasına rağmen ABD güçlerinin DEAŞ ve terörizmle mücadele söylemi üzerinden ESSA tanımını belirsiz bir süre devam ettirerek Suriye’deki varlığını normalleştirmeyi ve taraflara kabul ettirmeyi hedeflediği görülüyor.
Bunun yanı sıra geçmişte birçok coğrafyada uyguladığı şekillendirme politikaları kapsamında ESSA tanımıyla Suriye’nin kuzeydoğusunda özerk/fiile bir bölge oluşturarak projesini terim olarak sisteme sokmaya çalışan ABD’nin muhataplarında zımni bir kabul oluşturmayı hedeflediği, bu bağlamda, Irak’ın Kuzeyi terimi ile büyük benzerlik taşıyan ESSA’nın özellikle Kürt-Kürt diyaloğu başta olmak üzere ABD’nin bölgede izlediği görülüyor.
Suriye’deki tüm Kürtleri temsil ettiği algısı oluşturulan özerk bir yapı oluşturma girişimi olarak Suriye’de elde ettiği kazanımları kalıcı hale getirmeyi amaçlayan YPG-SDG’nin Suriye’deki sorumluları ve yurt dışındaki söz temsilcileri vasıtasıyla yabancı ülkelerin meclislerinde lobi faaliyeti yürüttüğü ve terör örgütünün Suriye’den geleceğine ilişkin örgüt kontrolündeki bölgelerin ekonomisinin desteklenmesi noktasında işbirliği yapılması ve nihai olarak PKK/KCK-PYD-SDG güdümündeki sözde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin resmi olarak tanınması hedefleri doğrultusunda Batılı ülkeler nezdinde uluslararası temaslar gerçekleştirdiği artık aşikâr. SDG, Arap ülkeleriyle de benzer ilişkiler geliştirmeyi planlıyor.
Bu zor bölge denkleminde ve küresel güç mücadelesinde Trump’ın dediği gibi CAATSA yaptırımları kalkar mı? F-16’lar ve Milli Muharip uçağımız KAAN’da kullanılacak motorlar Türkiye’ye verilir mi? F-35 programına Türkiye geri dönebilir mi? AB’nin Typhoon uçaklarındaki pürüz giderilir mi? ABD’nin SDG’ye desteği kalkar mı? Trump, şımarık katliamcı İsrail yönetiminden vazgeçebilir mi? Yunanistan’a aktarılan ayrıcalıklı askeri yetenekler devam eder mi? Türkiye’nin hava hududunun tam güvenliği nasıl sağlanır?
Cevabı zor sorular…
Anlayacağınız Türkiye her alanda, her başlıkta uyanık olmak ve stratejik akılla hareket etmek zorunda.