Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik - Ötüken Haber
DOLAR 40,5860 -0.48%
EURO 47,7946 -0.42%
ALTIN 4.369,76-0,46
BITCOIN 48023340,38%
Ankara
35°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik

Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik

ABONE OL
Temmuz 25, 2025 21:58
Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DR. ZERRİN AYŞE ÖZTÜRK / Ege Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Son yıllarda biyogüvenlik kavramına dair çeşitli an­layışlar gelişmiş olsa da ge­nel anlamda biyogüvenlik, nüfus­ları, ekonomileri ve çevreyi kasıtlı biyolojik tehditlerden korumaya yönelik olarak alınan tüm önlem­leri kapsamaktadır. Bilim ve tek­nolojideki son gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, kü­reselleşen dünyada ortaya çıkan pek çok yeni güvenlik tehditle­rinden biri olarak biyogüvenliğin önemi göz ardı edilemez. Özellik­le Covid-19 pandemisi ve May­mun Çiçeği Virüsü (MPOX) sal­gını gibi yaşanan son küresel sağ­lık felaketlerden sonra biyolojik tehditlerin önlenmesi, tespit edil­mesi ve bu tehditlerle mücadele­ye yönelik kapsamlı stratejilerin kritik öneme sahip olduğu anla­şılmıştır.

Biyogüvenlik, yalnızca kasıtlı biyolojik saldırıları değil, aynı za­manda biyolojik kazaları, hasta­lıkların doğal yayılımını ve biyo­teknolojinin yanlış ya da kötüye kullanımını içeren geniş kapsam­lı güvenlik tehditlerini de kapsa­maktadır. Biyolojik tehditler, top­lum sağlığı ve ekonomik istikrar üzerinde ciddi etkiler yaratabile­ceği gibi, yanlış bilginin yayılma­sı ve kamuoyunda güven kaybına neden olarak toplumsal düzeni de zayıflatma potansiyeline sahiptir. Tüm bu gerekçeler doğrultusun­da biyogüvenlik, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere tüm dünya­da stratejik bir öncelik olarak ele alınmaya başlanmıştır.

Biyoterörizm ve biyolojik silahlar

Öte yandan, biyoteknolojik ge­lişmelerin hem korunma hem de savunma amaçlı kullanımı gide­rek daha fazla önem kazanmakta­dır. Etkili biyogüvenlik stratejileri yalnızca halk sağlığının korunma­sı açısından değil, aynı zamanda biyoterörizmin ve biyolojik silah­ların yayılmasının önlenmesi yo­luyla ulusal ve uluslararası güven­liğin sağlanması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Dünya liderleri, teknolojik gelişmeler ile küresel ticaret, turizm ve ulusla­rarası terörizmdeki artışlara rağ­men, küresel ölçekte yıkıcı biyo­lojik olaylara yönelik planlama­lar yapmak konusunda yeterli bir ilerleme göstermemişlerdir. Ön­celiklendirme eksikliği, yetersiz kaynaklar ve ilgili akademik uz­manlık alanlarının sınırlılığı ne­ticesinde çok az sayıda ülke kendi ulusal biyogüvenlik stratejilerini geliştirmiştir.

Biyogüvenliğin kapsamlı bir sağlık güvenliği stratejisinin önemli unsurları olarak kabul edildiğini gösteren Küresel Sağ­lık Güvenliği (GHS) Endeksi, ilk defa 2019 yılında yayınlanmış­tır. Dünyadaki 195 ülkeyi potansi­yel olarak tehlikeli organizmala­rın kaybolmasını ya da yanlış elle­re geçmesini önlemeyi amaçlayan bir kuruma sahip olup olmadıkları açısından değerlendiren 2019 ra­poru, biyogüvenlik ajansına sahip olan ülkeleri şu şekilde sıralamak­tadır: Avustralya, Bulgaristan, Ka­nada, Şili, Çin, Küba, Çekya, Da­nimarka, Estonya, Fransa, Gür­cistan, Macaristan, Endonezya, İrlanda, İsrail, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Singapur, Slovakya, Güney Kore, İsveç, Tay­land, Ukrayna, Birleşik Krallık ve ABD. Türkiye, maalesef bu ülkeler arasında yer almamaktadır.

Endeksin cevap aradığı bir diğer soru ise ülkelerin özellikle tehli­keli patojenler, toksinler veya pan­demi potansiyeli taşıyan biyolo­jik materyallerle çalışan ya da bu materyalleri barındıran tesisler­de görevli personel için, ortak bir müfredat çerçevesinde standart ve zorunlu bir biyogüvenlik eğiti­mi olup olmadığı sorusudur. Stan­dartlaştırılmış biyogüvenlik eği­timi şartı getiren ülkeler arasında Türkiye’nin yanı sıra Ermenistan, Belçika, Kanada, Şili, Danimarka, Ekvador, Finlandiya, Fransa, Gür­cistan, Almanya, Yunanistan, Ka­zakistan, Kenya, Hollanda, Nor­veç, Singapur, İsveç, Slovenya, Tayland, Uganda ve ABD de yer al­maktadır.

Hem umut hem farklı tehlikeler barındırıyor

Öte yandan, biyoteknoloji ala­nında yeni teknolojilerin gelişti­rilmesi hem umut hem de farklı tehlikeler barındırabilir. Örne­ğin, kanser hücrelerini etkili şe­kilde hedefleyen proteinler ta­sarlamaya yönelik araştırmalar çok yararlı tedavilere olanak sağ­layabilirken, aynı teknolojinin sağlıklı hücreleri kötü niyetle he­def almak için kullanılmamasına da dikkat edilmelidir. Patojenler üzerine yapılan araştırmalar bağ­lamında ise bu organizmaların hastalığa nasıl yol açtığını anla­mak büyük faydalar sağlayabilir; ancak aynı araştırmalar, başka­larına bu patojenleri daha tehli­keli hale getirme konusunda bilgi de verebilir. Bu nedenle çift kul­lanımlı potansiyelin göz önünde bulundurulması, araştırma süre­cinin önemli bir parçası olmalı­dır. Bu noktada, endeks şu soruyu sormaktadır: “Özellikle tehlike­li patojenler, toksinler, pandemi potansiyeli taşıyan patojenler ve/ veya diğer çift kullanımlı araştır­malar üzerinde denetimi zorunlu kılan bir yasa veya düzenleme var mı?” Yapılan araştırmaya göre, çift kullanımlı risklerin önemine rağmen çok az ülkenin bu konuda yasal düzenlemesi bulunmakta­dır. Bu ülkeler şunlardır: Avust­ralya, Brezilya, Kanada, Tayland, Hollanda, Slovenya, İsveç, Birle­şik Krallık ve ABD.

Küresel Sağlık Güvenliği (GHS) Endeksi 2021 raporuna göre, in­sanlığa küresel ölçekte zarar ve­rebilecek ve uzun vadeli potansi­yelini tehdit edebilecek eşi ben­zeri görülmemiş büyüklükteki biyolojik riskler olarak tanımla­nan Küresel Yıkıcı Biyolojik Risk­ler’e (GCBR) karşı acilen tedbirler alınmalıdır. 2021 raporu, ülkele­rin yarısından fazlasının biyolo­jik tehditlerle mücadele etme ka­pasitelerini zayıflatabilecek ciddi siyasi ve güvenlik riskleriyle kar­şı karşıya olduklarının altını çiz­mektedir.

2021 Endeksine göre Türkiye, endekste taranan 195 ülke arasın­da 46’ncu sırada yer almaktadır. Endekste toplam 195 ülke, altı te­mel kriter altında değerlendiril­mektedir; önleme, tespit ve rapor­lama, hızlı yanıt, sağlık sistemi, ulusal kapasitenin, finansmanın ve küresel normların geliştirilme­sine yönelik taahhütler ve son ola­rak da risk faktörü. 2021 raporu­na göre Türkiye; önleme, tespit ve raporlama ile sağlık sistemi kri­terlerinde iyileşme gösterirken, hızlı yanıt kriterinde düşüş kay­detmiştir.

Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik - Resim : 1

 

Biyogözetim kapasitesi geliştirilmeli

Raporda, tüm hükümetlerin, ulusal sağlık güvenliği stratejile­rine ölçülebilir biyogüvenlik ve biyoemniyet kriterlerini dahil et­meleri tavsiye edilmiştir. Ayrıca teknolojik gelişmelerle bağlantılı biyolojik risklerin erken tespiti ve azaltılmasını teşvik etmek ama­cıyla özel bir uluslararası norm belirleyici kuruluş oluşturulma­sı, tüm kamu ve özel kuruluşların sürdürülebilir kalkınma ve sağ­lık güvenliği bütçelerinin belirli bir yüzdesini biyogüvenlik alanı­na yatırmaları istenmiştir. Dünya liderlerinin de biyogüvenliği ön­celiklendirerek, biyolojik krizlere karşı güvenlik ve halk sağlığı ku­rumları arasında işlevsel iş birlik­leri geliştirilmesi salık verilmiştir. Dünya çapında ise ülkeler ve ulus­lararası kuruluşlar, ulusal ve küre­sel bir biyogözetim kapasitesinin geliştirilmesini öncelikli hale ge­tirmelidir.

Kazalar ya da kasıtlı kötüye kul­lanım riskleri, biyogüvenliği kü­resel bir mesele haline getirdik­çe, daha fazla ulusötesi, kapsayıcı ve iş birliğine dayalı araştırma ve uygulamaları teşvik etmek kritik öneme sahip olmaktadır. Biyogü­venlik araştırmalarında özellikle Çin, Avustralya ve Hindistan gi­bi ülkeler önemli aktörler arasın­da yer alırken, bölgesel dengesiz­liklerin giderilmesi, ülkeler arası iş birliğinin artırılması ve ortaya çıkan teknolojiler için siyasa çer­çevelerinin iyileştirilmesi gerek­mektedir. Küresel biyogüvenliğin güçlendirilmesi için, mevcut ulu­sal ve uluslararası düzenlemeler­deki boşlukların kapatılması ve oluşturulan biyogüvenlik strateji­lerinin gerçekten küresel bir pers­pektifi yansıtması sağlanmalıdır.

source

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

SON DAKİKA HABERLERİ

300x250r
300x250r